Türkiye’nin milli savaş uçağının geliştirilmesi amacıyla Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanlığı (SSB) tarafından başlatılan Milli Muharip Uçak Programı, başarıyla devam ediyor. Milli Muharip Uçak Programı ise geçmişten günümüze bir çok değişime uğradı. Milli Muharip Uçak programını anlamak için geçmişine ve geleceğine detaylı bir şekilde bakılması gerekir.
Arka Plan:
Osmanlı İmparatorluğu’nun 1911 yılında Türk Hava Kuvvetleri’ni kurmasıyla birlikte Türk Hava Kuvvetleri, 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı gibi çeşitli savaşlarda rol almaya başladı. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte çeşitli iç isyan ve güvenlik harekatlarında da kapsamlı roller üstlendi.
Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte Hava Kuvvetleri’nin milli plan ve programlarını, operasyonlarını başarıyla idare ettirebilmesi için Türkiye’de üretilen uçakların olması gerektiği anlaşıldı; çeşitli uçak fabrikaları, uçak firmaları üzerine sivil-devlet girişimleri yapıldı. Fakat bu girişimler çeşitli teknik yetersizlikler, kısır siyasi çekişmeler gibi sebeplerden ötürü başarıya ulaşamadı.
Bu olayların ardından Marshall Yardımları kapsamında ABD’den çeşitli askeri hibeler ve silahlar alınmaya başlandı. Türkiye’nin NATO’ya üye oluşuyla birlikte MAP (Karşılıklı Askeri Yardımlar) kapsamında F-84, F-86, F-100, F-102, F-104 gibi birçok jet Türk Hava Kuvvetleri envanterine girmeye başladı. 1960’lı yıllarda yaşanan Johnson Mektubu krizi ve 1974’teki Kıbrıs Barış Harekatı’nın ardından dış politikadaki farklı kararların zaman zaman ABD ile örtüşmediğini, bu durumun Türk Hava Kuvvetleri’nin operasyonel kabiliyetine zarar verdiği görüldü.
Bunun için ülke içinde milli bir havacılık endüstrisi kurulması amacıyla TUSAŞ kuruldu. 1980’li yıllarda F-16 Peace Onyx programıyla birlikte TAI / TEI gibi çeşitli firmalar da kuruldu. Bu firmalar deneyim kazanma amacıyla öncelikle çeşitli modernizasyon projeleri, çeşitli konsorsiyum ürünleri ve çeşitli lisans alınma suretiyle üretimler gerçekleştirdi. Son olarak da Türk Hava Kuvvetleri’ni baz alan yerli ve milli savaş uçağı projesi başlatıldı.
Proje Başlangıcı:
Milli Muharip Uçak / TF-X projesinin, 2010 yılında Savunma Sanayii İcra Komitesi tarafından başlatılması kararlaştırılmıştır. Bu dönemdeki yapılan açıklamada “2020’li yıllardan itibaren jet eğitim ve muharip uçak ihtiyacının karşılanması amaçlı bir proje yürütüldüğü” belirtilmiştir. TF-X projesinin başlangıçtaki amacı hem LIFT görevlerini karşılayabilecek bir uçak üretmekken, bu uçağın hem de muharip görevleri başarıyla gerçekleştirebilmesidir.
Bu açıklamanın farklı avantajları ve dezavantajları mevcuttur. Öncelikle LIFT eğitimi gibi jet eğitimi verebilen bir eğitim uçağının daha düşük maliyetli ve düşük performanslı olması istenir. Muharip bir uçağın ise yüksek harekât yarıçapı ve yüksek performanslı bir yapıda olması istenir.
LIFT ve Muharip görevleri aynı anda yapabilecek bir platform, ticari açıdan çok karlı bir platform olmaktadır. Bu konseptin en popüler örneği olarak T-38 ve F-5 uçakları örnek verilebilir. Bu tarz bir ikili T-X/F-X yapısını kullanmanın ekonomik, idame, bakım ve dış ihracat anlamından pozitif etkisi olmasına rağmen, özellikle muharip olacak uçağın performansı kısıtlanmaktadır.
LIFT ve Muharip görevleri farklı platformlarda yapacak bir uçak ailesi ise performans anlamından isterleri daha çok karşılayacak ve müşteriyi daha memnun edici bir ürün olacaktır. Fakat bu tarz maliyetli ürünlerin dış pazarda müşteri bulması daha zor olacaktır.
(Burada ayrı bir parantez açmak gerekirse Savunma sanayii sadece bir silah üretim endüstrisi değildir. Devasa bir dış politika aracı, devasa bir ekonomik güçtür. Bu gücün ise nasıl bir doktrinle yönetileceği ciddi bir şekilde belirlenmelidir. Örnek verecek olursak ABD özelinde Teen Series uçaklarının ve o dönemki Carter-Reagan-Bush ekolündeki askeri politikaların çok farklı ürünler doğurduğu bilinmelidir. Yine Rusya’nın 70’ler sonunda Mig-29 ve Su-27 ailesini geliştirmeye başlaması Batı tarafında farklı konseptlere yol açmıştır.)
Bu fikir ayrılıkları sürerken MMU projesinde 23 Ağustos 2011 tarihinde Konsept Geliştirme ve Ön Tasarım Safhası başlatılmış, TAI ile sözleşme imzalanmıştır. TAI Eylül 2013’te ise ön tasarımlarını Savunma Sanayii Müsteşarlığına teslim etmiş ve HvKK’nın isterlerine sunmuştur. Bu konsept geliştirme safhasında İsveçli Saab firmasıyla iletişime geçilip FLAMES simülasyonu üzerinden kavramsal tasarım geliştirmesi yapmıştır.
Yapılan bu değerlendirmelerde üç adet tasarım öne çıkmıştır.
İlk tasarım FX-1 olarak adlandırılan çift motorlu ve swept wing yapısına sahip bir prototiptir. Bu FX-1 tasarımına F-15, Mig-29 gibi savaş uçakları örnek gösterilebilir. İkinci tasarım olarak FX-5 olarak adlandırılan tek motorlu ve swept wing yapısına sahip bir prototiptir. Bu tasarıma F-16 savaş uçağı örnek gösterilebilir. Üçüncü tasarım ise FX-6 olarak adlandırılan tek motorlu ve delta wing yapısına sahip bir prototiptir. Bu tasarıma Saab Gripen uçağı örnek gösterilebilir.
Bu üç tasarımda FX-5 ve FX-6 prototipi 50.000 – 60.000 lb arasında MTOW (azami kalkış ağırlığı) değerine sahipken, FX-1 prototipi ise yaklaşık 60.000 lb – 70.000 lb arasında bir MTOW (azami kalkış ağırlığı) değerine sahiptir.
Bu dönemde uçağın motoru için ise TÇD (Teklife Çağrı Dosyası) yayınlanmış, General Electric, Eurojet ve Snecma firmaları bu TÇD’ye dönüş yapmıştır. TF-X projesi için F414, F110-129, F110-132, EJ-200 ve M88-ECO motorları değerlendirilmeye alınmıştır. TÇD kapsamında Türkiye’deki motor altyapısını geliştirilebilecek ve mümkün olduğu sürece yerli üretim olacak bir motor istenmiştir. Öncelikle uçakların motorlarının seçimi ve tedariki için hem mühendislik çalışmaları hem de siyasi görüşmeler yapılmıştır. Türkiye’nin motor anlamındaki beklentilerini şöyle özetleyebiliriz: Yüksek performanslı, gelişmeye ve geliştirmeye müsait yapısal özelliklere sahip ve mümkün olduğunca teknoloji transferidir.
Yol Ayrımı ve İngiltere
2016 ve 2017 yıllarına gelindiğinde hem Türkiye için hem de TUSAŞ için siyasi iklim ve savunma sanayiine bakış açısı değişmeye başlamıştı. Özellikle 15 Temmuz 2016’da FETÖ tarafından gerçekleştirilen darbe girişiminin arkasından Türk dış politikası olarak Batı’dan uzaklaşma süreci başlamıştır.
Fakat bu dönemde Türkiye, ABD ve AB’nin aksine İngiltere’yle daha sıcak ilişkiler yürütülmeye başlamıştır. MMU için destek partneri olarak İngiliz BAE Systems firması seçilmiş, İngiltere Başbakanı Theresa May’ın resmi ziyaretiyle 28 Ocak 2017’de bir sözleşme imzalanmıştır.
Bu dönemde MMU için konfigürasyon seçimi yapılmıştır. FX-1 olarak adlandırılan günümüzde F-15, F-22 gibi uçaklara yakın olabilecek bir tasarım seçilmiştir. Projenin T-X kısmı ise iptal edilmiştir. (Hava Kuvvetleri’nin LIFT görevlerini yapabilecek T-X uçağı için TUSAŞ kendi öz kaynaklarıyla Hürjet projesini geliştirmektedir.) İngiltere ile geliştirilen ilişkilerden sonra Kale Grubu ve Rolls Royce firmalarının ortaklığıyla TAEC (Turkish Air Engine Company) kurulmuştur. Bu iki şirket arasında TF-X için özgün ve patent hakları tamamen Türkiye’ye ait bir askeri turbofan motoru geliştirilmesi için sözleşme imzalanmış, baz ve esinlenme modeli olarak Eurojet EJ200 seçilmiştir.
GE F110 Motoru ve ABD
Test ve Prototip uçakların geliştirilmesi için ABD’den GE-F110 motorları tedarik edilmesi planlanmıştır. Nitekim SSB Başkanı Prof Dr. İsmail Demir katıldığı bir basın toplantısında, ABD’den test için motorların tedarik edildiğini belirtmiştir.
F110 motorunun seçilmesindeki temel motivasyon şöyle anlaşılabilir: F110 motoru öncelikle Türk Havacılık Endüstrisinin ve Türk Hava Kuvvetlerinin çok yakından tanıdığı bir motordur. Bu motorun kullanılması bakım, test, entegrasyon gibi süreçleri kısaltacaktır. İkinci avantajı ise motorun FADEC yapısının iki motor konfigürasyonuna uygun olmasıdır. Nitekim F-15 uçakları da bu motorları kullanmaktadır.
Hangar çıkışı ve 2023 sonrası
Milli Muharip Uçak TF-X’in, 18 Mart 2023’te hangardan çıkması planlanıyor. Uçağın ilk uçuşunu 18 Mart 2025’te yapması, ardından ise 2029’da Türk Hava Kuvvetleri’ne teslim edilmesi planlanıyor. İlk olarak 5-7 arasında üretilen prototipin ardından IOC (Başlangıç Operasyonel Kabiliyet) kazanılması için 12 adet daha TF-X üretilecek. FOC (Tam Operasyonel Kabiliyet) için ise 1 filo (yaklaşık 20-24) adet uçağın Türk Hava Kuvvetleri’ne teslim edilmesi planlanıyor.
Uçağın Blok 0, Blok I ve Blok 2 olarak çeşitli konfigürasyonlarda üretilmesi planlanmakta. Test ve geliştirme amaçlı olarak üretilecek Blok 0 uçaklarının ardından, sınırlı hava yer kabiliyetine sahip, 4++ olarak geliştirilmesi planlanan Blok I uçakları gelecektir. Blok 2 olarak adlandırılan uçakların ise hava yer kabiliyetlerinin geliştirilmesi, milli motora uyumluluk, daha kapsamlı bir elektronik ve C4ISR yapısına ve daha gelişmiş bir stealth karakteristiğine sahip olunması bekleniyor.
F-35 Sonrası Türk Hava Kuvvetleri ve gelişen yeni Hava Harp Trendleri
Yaklaşık 5 yıldır Türkiye’nin bulunduğu tüm jeopolitik ortamlar giderek ısınmaya başlamıştır. Irak ve Suriye’de PKK/YPG ile verilen mücadele, Suriye’de Esad rejimi ile olan anlaşmazlıklar ve Rusya ile yaşanan uçak krizi, ABD’nin 15 Temmuz ve S400 alımı sonrası uyguladığı ambargo, Doğu Akdeniz’de Mısır, İsrail ve Yunanistan gibi komşu ülkelerin silah alımları ve mücadeleleri Türk Hava Kuvvetleri’nin mesaisini ciddi şekilde arttırmış durumda
Bölgesel silahlanma hamlelerine bakacak olursak özellikle Yunanistan ve İsrail’in alımları dikkat çekmektedir. Yunanistan’ın F-35 LOA talebi, Rafale siparişi ve F-16 Viper modernizasyonu, İsrail’in F-35I ve potansiyel F-15I siparişleri, Türk Hava Kuvvetleri için ciddi bir tehdit haline gelmiştir.
Türkiye’nin F-35 programından çıkarılmasıyla birlikte 5. Nesil hava harp paradigmalarında eksiklik yaşamaktadır. Nitekim Türkiye’nin F-35 projesinden çıkarılması sadece 100 uçağın getirdiği platform bazlı kayıplar düşünülmemelidir. Burada uçakların platform olarak teşhisi yapılmalıdır. F-35 programındaki bakım, işletme, operatif kullanım gibi unsurların kabiliyet kaybı söz konusudur.
5. Nesil uçaklar, 4 ve 4.5 nesil uçaklardan genel itibariyle stealth yetenekleri olarak ayrılırlar. Fakat 5. Nesil uçakların asıl yeteneği data füzyonu, sensör kabiliyeti, mühimmat yetenekleri ve oyunu kendi kurallarına göre oynamasıdır.
Türkiye’nin burada alternatif olarak gündeme getirdiği F-16V tedariki / modernizasyonu ve Eurofighter projesi bu yetenek eksikliklerini kapatabilecek ara alımlar değildir. Türkiye’nin bu yetenekleri tekrardan kazanabileceği yegâne platform MMU / TF-X’tir.
Öte yandan TF-X projesinin diğer bir isteri yüksek harekât yarıçapıdır. Özellikle Libya, Azerbaycan, Doğu Akdeniz gibi sıcak bölgelerde Türk askeri unsurlarının korunma ve karşı saldırı yeteneklerinin de geliştirilmesi önem kazanmaktadır. Prototip sonucu ortaya çıkacak uçağın tanker uçaklar vasıtasıyla rahatlıkla Libya açıklarında görev yapması gerekmektedir.
Ve son olarak Milli Muharip Uçak, F-35 alternatifi bir platform olarak düşünülse de MMU projesinin ilk başladığı yıllarda bu iki uçağın birlikte görev yapacak olması hedeflenmiştir. TF-X projesinde gövde içi pylonların SOM-B1/B2, Akbaba gibi ağır mühimmatları nasıl taşıyacağı da bir tartışma konusudur. Burada TUSAŞ’ın TİSU ve Baykar firmasının MİUS ürünlerinin Wingman konseptini ne kadar başarıyla sağlayabileceği önem arz etmektedir. 2000’li yıllardan itibaren F-35’in son insanlı uçak olacağı iddiası son deneysel çalışmalara göre artık imkânsız gözükmektedir.
Nitekim 5. Nesil ve 6. Nesil uçaklarda, artık safkan insan ve safkan yapay zekâ-makine kullanılmasından ziyade insanlı ve insansız sistemlerin ortak bir potada eritilmesi gerekmektedir. Türkiye’nin de 5. Nesil uçak üretmesi için 5. Nesil düşünmesi gerekmekte, hem uçak teknolojilerine hem de wingman teknolojilerine ciddi bir yatırım yapması gerekmektedir.
https://www.savunmasanayist.com/ Muhammed AYYILDIZ 22.12.2024