Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zafer Yenal, 18 Şubat’ta Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu’nda gerçekleşen “Farm to Fork/Çiftlikten Sofraya” konferansında bir konuşma yaptı. Prof. Dr. Zafer Yenal, “Food, Design and Future” başlıklı sunumuyla tarımın alternatif geleceğini sosyal bilimler perspektifinden ele aldı.
IND [Inter.National.Design] tarafından düzenlenen, Hollanda Stimulerings Fond ve Mimar Sinan Üniversitesi’nin desteği ile gerçekleşen “Farm to Fork” konferansında; Türkiye ve Hollanda’dan çeşitli mimarlar, sanatçılar, bilim insanları, şehir planlamacıları ve şefler bir araya gelerek tarımın alternatif geleceğini tartıştı. Konferansın kapanış konuşmasını yapan Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zafer Yenal, “Food, Design and Future” başlıklı sunumunda tarımın konuşulduğu güncel toplumsal ve ekonomik arka planı masaya yatırdı. Yenal, dönüşümün her yerde olduğu gibi tarımda da yaşandığını hatırlatarak tarımda sürdürülebilirliğin yalnızca çevresel değil aynı zamanda sosyal ve siyasi bir mesele olduğunun altını çizdi.
Konuşmasına içinde bulunduğumuz dönemde kentlilerin tarımı yeniden keşfettiklerine işaret ederek başlayan Prof. Dr. Zafer Yenal; 20. yüzyılda gündemden kaybolmaya yüz tutan tarımın, 21. yüzyıl ile şehirlilerin gündemine tekrar girdiğini dile getirdi. Şehirde tarımın görünürlüğünün halk bahçeleri, bostanlar, çatı tarımı, köylü pazarları, permakültür ve tüketici kooperatifleri ile arttığını söyleyen Yenal; dünyada yerel idarelerin tarımla ilgili projelere destek vermeye başladığını, Danimarka, Hollanda, Fransa ve ABD’de tarımın şehir planlaması unsurları arasında yer aldığını, hatta bazı ülkelerde gıda politikası konseyleri oluşturulduğunu sözlerine ekledi.
“Gıda hem bir kaygı hem de bir arzu nesnesi haline geldi”
2030’da dünya nüfusunun yüzde 60’ının şehirlerde yaşayacağının beklendiğine değinen Zafer Yenal, şehirlerde tarımın toplumsal ve ekolojik boyutlarının tartışılır hale geldiğini belirterek konuşmasına şu ifadelerle devam etti: “Günümüzde iklim krizi, gıdalarla ilgili korkular, yoksulluk ve açlık sıklıkla gündemde yer alıyor. Son 20-30 yıldır her zamankinden daha fazla yiyecekten konuşur hale geldik. İnsanlar için yemek, bir taraftan kaygı ve korku nesnesi. Hormonlu gıdalara karşı tutum buna bir örnek. Ayrıca çevre, tarımla alakalı olduğu için yaşadığımız olağandışı hava hareketlerini ve iklim değişikliklerini insanlar deneyimliyorlar. Dolayısıyla çevresel nedenlerle de gıdaya karşı ciddi kaygılar yaşıyoruz. Diğer taraftan gıda büyük bir arzu nesnesi. Yemekle ilgili anılarımızı, deneyimlerimizi başkalarıyla paylaşıyoruz. Örneğin, yemeğe başlamadan fotoğraf çekip sosyal medyada paylaşıyoruz.”
Gıdanın hem kaygı nesnesi hem de bir arzu nesnesi olmasının gıdaya yabancılaşmamızdan kaynaklandığını söyleyen Zafer Yenal, gıdanın üretiminde ve tüketiminde bir süreç ve binlerce hikâyenin olduğunu ancak şehirlilerin bu hikayelerden soyutlanarak bu süreçlerden yabancılaştığını vurguladı.
“Tarım üreticilerinin ekonomik kırılganlıkları artıyor”
Kırsala bakıldığında ise tarımda ve gıda üretiminde liberalleşmenin gözlemlendiğini dile getiren Zafer Yenal, tarımla ilgili toprak, su, emek ve genetik kaynaklar gibi her türlü girdinin gittikçe metalaştığına dikkat çekti. Kırsal bölgede tarımın giderek ticari alanın bir parçası haline geldiğini belirten Yenal şu cümlelerle konuşmasını sürdürdü: “Bugün üreticiler daha çok ticari amaçlarla üretim yapıyorlar. Özellikle güney ülkelerde, geçimlik üretimden ticari üretime kitlesel düzeyde kayışlar söz konusu. Tarım üreticilerinin daha fazla ticari sektörle angaje olmaları, bağımsızlıklarının azalması böylece ekonomik kırılganlıklarının artması anlamına geliyor. Tarımsal araziler ya kullanılmaz hale geliyor ya da tarım dışı amaçlarla kullanılabiliyorlar. Son 15 senedir enerji, turizm, madencilik gibi sektörlerle tarımsal arazilerin tarım dışı amaçlarla kullanıma açıldığını görüyoruz.”
“Buğdaydaki genetik çeşitlilikte ciddi azalmalar var”
Zafer Yenal konuşmasının devamında Türkiye’de buğdaydaki genetik çeşitlilikte yaşanan ciddi azalmalara dikkat çekti. Türkiye’de buğday tarımının tarihinin çok eskilere dayandığını Şanlıurfa’da yer alan ve ilk tarımlı toplumlara dair bilgiler veren Göbeklitepe örneği üzerinden sunan Yenal, Göbeklitepe’nin de yer aldığı Fırat ve Dicle arasındaki bölgenin buğdayın anavatanı olduğunu açıkladı. Ülkemize 1960’lar sonrasında giren hibrit tohumların, buğday tarımına sirayet edip giderek baskın hale geldiğini; günümüzde ise Türkiye’de yalnızca %1-1,5 düzeyde atalık tohumlar kullanılarak buğday üretimi yapıldığını söyleyen Zafer Yenal, genetik çeşitlilik azlığının tarımsal üretim için ciddi bir mesele olduğunu bildirdi.
“Tarımda istihdam oranı az, çiftçilerin yaşı fazla”
Tarımın gelecekteki sürdürülebilirliği açısından üretici profilinin iyi gözlenmesi gerektiğini belirten Yenal, çeşitlilik gösteren üretim biçimlerinin tarihsel ve sosyolojik değişkenlerle alakalı olduğunu ifade etti. Yenal, tarımda istihdam oranının Avrupa dahil pek çok ülkede düşük olduğunu anımsatarak şu ifadeleri kullandı: “Türkiye’de nüfusun %17-18’i tarımla alakalı işlerde çalışıyor. Çiftçide ortalama yaş ise 50 üstü. Yani dünyaya örnek gösterilen ülkelerde bile gençler tarımla ilgilenmiyor ya da çiftçi olmak istemiyorlar. Atalık tohumları kullanarak buğday yetiştiren tarımsal üreticilerin çoğu pazara uzak dağ köylerinde yaşayan geçimlik üretim yapan yaşlı çiftçiler”.
Yenal, tasarım ve tarım ilişkisine de değinerek konuşmasını şöyle tamamladı: “Tarım; mekândan, teknolojiye, girdilere varıncaya kadar birçok unsuru yakından ilgilendiriyor. Tüm paydaşların ve kullanıcıların ihtiyaçlarının ve gelecek hayallerinin tarımda tasarım sürecine dahil olması gerekiyor. Günümüzde salt verimliliği ve teknolojik çözümleri hedef alan perspektifler yerine bütünselci, üretim ve tüketimi birlikte düşünen yaklaşımlarla sürdürülebilir bir gelecek kurulabilir. Tarımın geleceği, toplumların ve dünyanın geleceği demek.”
https://boun.edu.tr/ 19.02.2020