2017’nin ilk pazarında Evrim Kuran’la birlikteyiz… O, gençlerle ilgili çalışan bir araştırmacı. Türkiye’de ve dünyada pek çok şirkete danışmanlık veriyor. Çeşitli ülkelerde, ‘Y jenerasyonu’nun şirketler ve sektörlerle ilgili algısını ölçen Universum’un Türkiye ve Ortadoğu çalışmalarından sorumlu. Dünya genelinde, 1.5 milyon gence ulaşan çok kapsamlı bir araştırma modelleri var. 2016’da Türkiye’de 48 bin gence ulaştılar. Elinde çarpıcı veriler var. Yeni yıla girdik ya, gençlerin durumunu konuşmak istedim Evrim’le. Gençler, gelecekten ne bekliyor? İşsiz gençler ne olacak? En büyük hayalleri ne? Umutsuzluk yaşıyorlar mı? Yeni kuşak için ‘işyeri’ nasıl bir yer?
Nasıl şirketlerde çalışmak istiyorlar? Buyurun sizi röportaja alayım…
Sen, 61 ülkede jenerasyonlarla ilgili çalışmalar yapan bir araştırmacısın. Biz gençlerin hayallerini, hedeflerini, merak ediyoruz. Şu an dünyada neler oluyor?
– Demografik bir devrim gerçekleşiyor!
Nasıl yani?
– İnsan ömrü uzuyor! Dört-beş kuşağın, aynı anda, aynı iş ikliminde bulunacağı zamanlar yaklaşıyor. “Yaş 35, yolun yarısı” değil artık. Ve bu demografik değişiklik, özellikle de çalışma hayatında, yeni bir sınıfın oluştuğunu ve yeni bir iş etiğinin konuşulması gerektiğini hatırlatıyor. Dünyanın gelişmiş ekonomileri çoktandır bunu tartışıyor.
Peki Türkiye, bu ‘yeni dünya’nın neresinde?
– Bir miktar iyi niyetli çabamız olsa da, Türkiye’nin yeni nesilleri, yani gençleri çok dertli!
Türkiye’de Y ve Z kuşağına dahil kaç genç var?
– 27 milyon Y kuşağı, 20 milyon da Z kuşağı var. Bu ülke, bu 47 milyon genç insanı anlamak ve onlara umut vermek zorunda. Ama halihazırda durum öyle değil. Gençler çok umutsuz. 2017’ye de umutsuz girdiler.
Neden?
– Türkiye’de genç olmak kolay değil de ondan. Ama bu yeni bir şey değil. 1972’de de değildi, 1933’te de, geçen yıl da… Çelişkiler yumağı bir ülkeyiz. Bir yandan, Avrupa’nın en genç ülkesi olmakla övünürken, diğer yandan gençleri yaşatma, anlama, sevme ve onlara olanak yaratma konusunda sınıfta kalıyoruz! Bir yandan, sosyal medya kullanımı, akıllı telefon sahipliği ve benzeri yeni nesil teknolojilere nüfuz etme oranlarında rekora koşan, çok teknolojik ve süper dijital bir ülke olsak da, hem dilde hem tavırda önceki neslin hegemonyasından çıkamıyoruz. O yüzden de gençleri anlayamıyoruz.
Müthiş bir işsizlik var, değil mi?
– Ne yazık ki evet! Türkiye’de 181 üniversite ve bu okullara kayıtlı 13.3 milyon genç var. Bunların 7.8 milyonu, lisans öğrencisi. Rakamlara bakarsak, gelişimi kucaklamış bir ülke olduğumuz söylenebilir. Ama bu, gerçeği yansıtmıyor! OECD’nin (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) 2016 raporlarına göre, 15-29 yaş arası gençler listesinde, işsizlikte, yüzde 30’luk bir oranla Türkiye birinci sırada. 34 OECD ülkesinin genç işsizliği ortalaması yüzde 14. Bizimki bunun iki katı.
İşsiz, hedefsiz, amaçsız bir genç ne yapar?
– Sorun da bu zaten! Evrenin kadim yasası olarak her boşluk dolar. Bu yüzde 30 işsiz genç nerede? Ne yapıyor? Bir kısmını görüyoruz. Bir de diğerleri, arka mahalledekiler var. Yani hayatın anlamından gitgide uzaklaşanlar… Bir ülkede genç işsizliği bu kadar yüksek olursa ne olur? Kabloları bağlar, canlı bomba olur! İllegal organizasyonlara, örgütlere katılır. Hırsızlık ve suç oranı artar. Bunun başka bir açıklaması olamaz. Genç işsizliği, her yerde tartışmasız bir biçimde bize artan suç oranları ve illegal eğilimler olarak geri dönüyor. Peki yaşama nasıl dahil edilebilirler? Bu sorulara yanıt vermek bugünün liderlerinin sorumluluğu. Bu yanıtları veremeyen hiçbir kurum, ‘yenilikçi’, ‘gelecek’, ‘vizyon’ gibi sözcükleri gönül rahatlığıyla telaffuz edemez, etmemeli!
GENÇLER ANLAM ARIYOR
1.5 milyon gençle çalıştık. “Neden X şirketinde çalışıyorsun, neden X gazetesini okuyorsun? Ayrıştırıcı ne?” “Anlam” çıktı bu senenin ayrıştırıcısı! Anlam arıyorlar gençler! Çünkü gitgide anlamsızlaşan, ertesi gün neyin onları beklediğini bilmedikleri bir coğrafyada yaşıyorlar. Onlara belirsizlikle baş etmeyi öğretmemiz gerekiyor. Peki nasıl öğreteceğiz? Standart Milli Eğitim müfredatı ile mi öğreteceğiz? Sosyal psikolog Fred Luthans’ın söylediği bir şey var: “Ne yaparsan yap, psikolojik sermayeyi güçlendireceksin gençlerde” diyor. Bunun da dört bileşeni var. En azından benim kendi çocuğumda yapmaya çalıştığım şey bu. Birincisi umut. Umutlu olmak zorunda ayakta kalmak ve mücadele etmek için. İkincisi iyimserlik, üçüncüsü faydalı olmak. Türk gencinin en büyük problemi burada. Kendisini sisteme, çalıştığı şirkete faydalı hissetmiyor. Dördüncüsü ve bence çok kıymetli olanlarından bir tanesi de dayanıklılık. Esneme ve adapte olma kabiliyeti yani.
MADEM İSTEDİKLERİMİ GERÇEKLEŞTİREMİYORUM PARA KAZANAYIM!
Üniversite öğrencilerle çalışıyoruz. “Şu şirkete gireceğim, kendimi gerçekleştireceğim” diye hayalleri oluyor. Ama başta, o şirketleri seçerken, kariyer planı yaparken, “Çok iyi para kazanayım!” gibi bir amaçları yok. Başka planları var. “Gelişeceğim, öğreneceğim, kendimi gerçekleştireceğim, araştıracağım, Ar-Ge yapacağım, fikirlerimi hayata geçireceğim, girişimciliğimi kullanacağım…” Öğrenciyken böyleler. Sonra şirkete giriyorlar. Biz onların ayak izlerini sürmeye devam ediyoruz. Yaklaşık altı ay ila bir yıl içinde bütün amaçları değişiyor! Kariyerlerinde birinci sıraya ne yükseliyor biliyor musunuz? Para kazanmak! Bütün anlam, erozyona uğruyor. “Madem istediklerimi gerçekleştiremiyorum, bu şirketin gerçeklerini değiştiremiyorum, ben de bari parama bakayım!” diyor. Aslında sadece gençler değil, ne yazık ki bütün ülke şu anda bu durumda.
BU VASATLAŞMA İYİ GELMEYECEK BİZE!
Diyelim ki, bir şirketiniz var ve oraya uygun bir eleman arıyorsunuz. Başvuru sayınız ve kalite yeterli değil. Ama siz şirketin müdürüsünüz. N’apıyorsunuz? Pozisyona tam uygun olmayan ama durumu idare edecek birini işe alıyorsunuz. İşte biz buna, ‘vasatlık’ diyoruz! Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri bu, giderek vasatlaşması. Sadece kültürde, sanatta, edebiyatta değil, iş dünyasında da ciddi biçimde vasatlaşıyor. Siz halkı buna alıştırırsanız, halk da olması gerekeni bu sanır ve ‘vasat’ı yüceltir. Şu an olan bu! Ben en çok bundan korkuyorum, çünkü bu vasatlaşma iyi gelmeyecek bize…
GELECEK UYUMLULAR, GELECEK ENGELLİLER
James Canton, dünyanın yaşayan en büyük fütüristi diyor ki, “Şirketler gelecek söz konusu olduğunda ikiye ayrılır. Gelecek engelliler ve gelecek uyumlular!” Gelecek engelli şirkette ‘çalışanlar’ vardır diyor. “Yani bordrolu çalışanlar. Sabah şu saatte geleceksin, akşam şu saatte çıkacaksın. Şu an Türkiye’deki şirketlerin önemli bir kısmında çalışanlar, yani ‘yürüyen bordrolular’ var. Onları 09.00-18.00 ofiste tuttuğunda, verimli olacaklarını varsayıyorsun. Ama gelecek uyumlu şirketlerde böyle bir şey yok. İş, bir ‘yer’le sınırlı değil artık. Geleneksel sistem, orta yaş üzeri müdür ve patronlar zannediyorlar ki ‘işyeri’ diye bir konsept var. Oysa iş bir yer değil, kafa yapısı. Her an, her saat, her yerde gerçekleştirilebilecek bir şey. O yüzden ben ‘iç girişimciler’ yetiştirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Yani çalıştığı şirkete, babasının dükkânı gibi sahip çıkanlar. Girişimci ruhuyla çalışırsa eğer, boşuna yanan elektrikleri bile kapatır. Peki bunun için ne yapmamız gerekiyor? Alan açmamız ve hata yapmalarına izin vermemiz…
EN BÜYÜK HAYALİN NE? BU ÜLKEDEN GİTMEK!
‘Türkiye’nin Y Kuşağının Hayalleri’ çalışmasında gençlere en büyük hayallerini sorduk. Önemli bir kısmı ‘gitmek’ yanıtını verdi. Gençler o kadar umutsuz ki, bu ülkeden gitmek istiyorlar. İkinci en çok verdikleri yanıt da üzücüydü: “En büyük hayalin nedir?” sorusuna, “Mutlu olmak” diye yanıt verdiler. Mutlu olmak diye bir hayal olmaz. O kadar sıkışmış hissediyorlar ki kendilerini, o kadar mutsuz ki, mutlu olmak istiyorlar. Kısacası gençler, fırsatsızlık, değersizlik, umutsuzluk ve hayalsizlik bariyerlerini aşmaya çalışıyorlar. Ama bunu nasıl yapacaklarını bilmiyorlar. Çünkü gençlerine çok da değer vermeyen bir ülkede yaşıyorlar…
BU TOPRAKLARDAN İNOVASYON ÇIKAR MI?
‘Yetenek kıtlığı’ nedir?
– Artık ‘yetenek’ dendiğinde, yanına eklememiz gereken sözcük! Türkiye’de giderek artan bir yetenek kıtlığı var. Gerçi tüm dünyada, şirketlerin ihtiyacı olan nitelik ve etkinlikteki işgücüne erişimde sıkıntılar yaşanıyor. Manpower raporlarına göre, 2016’da, ‘küresel yetenek kıtlığı’ oranı yüzde 40’a ulaşmış durumda. Türkiye’deyse durum daha vahim! Bu kadar genç nüfusuna rağmen, aradığı yeteneğe kolay erişemeyen ülkeler içinde, yüzde 66’lık bir oranla, beşinci sıradayız. Giderek de her yıl, yetenek kıtlığı oranımız artıyor.
İyi de bunun sebebi ne?
– Bizdeki Y kuşağının, sadece yüzde 18.8’i yükseköğretim mezunu. Gelişmiş ülkelerde ise bu oran yüzde 40 civarlarında. İşin en acıklısı da, Türkiye’de 13.8 milyon Y kuşağı, eğitimini tamamlamamış. Toplumsal değerler, gelir yetersizliği, başarısızlık ve ilgisizlik gibi nedenlerle eğitimlerini yarım bırakan milyonlarca genç var. Bu rakamlara bakıp şunu sorabiliriz: Bu ülke, gençlerini seven bir ülke mi? Ben öyle olduğunu düşünmüyorum. Peki bu topraklardan inovasyon çıkar mı? Bu şartlarda kolay kolay çıkmaz.
Oysa, her şeyin hızla birbirine benzediği bu ‘kopyala-yapıştır’ dünyada, ‘yetenek’ en kıymetli varlık olmalı, öyle değil mi?
– Hem de tartışmasız! Ve yetenekli insan, bir gecede oluşmaz! Parasını verip alamazsın. Ağaçta yetişmez. Temel atılıp, üç ayda inşa edilmez. Ama işte bizim ülkemizde, ‘yetenek’ dediğimiz, jüri marifetiyle 15 dakikalık şöhrete devşirilebilen bir eğlence! Bu sebeple Türkiye’de gençler umutsuz ve buna kimse şaşırmasın. Türkiye’nin genci, üniversite mezunu olabilmiş nadir azınlığın içine girebilse dahi, daha havaya attığı kep yere düşmeden gelecek kaygısı yaşamaya başlıyor! İyi de ben nerede çalışacağım, ne iş yapacağım diye… Ülkenin üniversite mezunu gençlerinin önemli kısmı, mezun olur olmaz, yeniden dershaneye yazılıyor ve bir kamu kuruluşunda memur olmaya hazırlanıyor. Atanamayan memur olabilmek için! Sonra da gerçekten hiçbir yere atanamıyor. Yani gençlerin durumu içler acısı. Ama biz onlara değil, kendimize kızalım.
Peki ya çalışan gençler? Onların durumu ne?
– 2016’da Türkiye’nin iyi üniversitelerinden mezun 12 bin genç profesyonelin yarısı, “Çalıştığım şirketi arkadaşlarıma önermem!” dedi. 61 ülkede yaptığımız Küresel İşgücü Mutluluk İndeksi’ne göre, Türkiye’nin genç profesyonelleri kendini fena halde ‘sıkışmış’ hissediyor. Bu şu demek: “İşimde mutlu değilim ama şu anda başka bir seçenek de göremiyorum!”
GENÇLER İÇİN CAZİP OLMAK İSTEYEN KURUMLARIN 2017’DE YAPMASI GEREKENLER
1- Eskiden işinize yaramış olsa da, artık geçerli olmayan bilgiden kurtulun!
Eskiden sizi bilgili yapan, başarılı yapan, varlıklı yapan, değerli yapan her neyse, bugün artık geçerli olmayabilir. Bundan kurtulmak gerekiyor. 2016 yılında kaybettiğimiz, dünyanın en ilham verici gelecekbilimcilerinden Alvin Toffler’ın 90’lı yıllarda söylediği şu lafı unutmayalım: “21. yüzyılın cahilleri, eskiden öğrendiği ve artık işe yaramayan bilgilerden vazgeçmeyenler olacaktır!”
2. Gençlere öğretmeyin, gençlerle öğrenin!
Geleneksel ve çoğunlukla pasif öğrenme metotlarından kurtulun. Öğrenme artık bir bilge kişiliğin, bir grup insana bilgisini empoze ettiği tek yönlü bir akış olmaktan çıkmalı. Gençlere bir şeyler öğretmekten vazgeçmeli, gençlerle bir şeyler öğrenmeliyiz.
3. Farklılıklara kucak açın!
Tektip evlat, tektip vatandaş, tektip çalışan yaratmak veya olmaktan vazgeçin. Çünkü 21. yüzyılda sorunlarımız tek tip değil. Bireysel veya kurumsal zihnimizi formda tutmak için güvenli limanlardan çıkmamız ve farklı bakış açılarını cesaretlendirmemiz gerekiyor. Bunun için ihtiyacımız olan yetkinlik ise ‘bilişsel esneklik’. Dünya Ekonomik Forumu, 2016’nın başında açıkladığı ‘2020 yetkinlikleri listesi’nde ilk kez bu kavramı kullandı.
4. Çalışanlarınızı (öğrencilerinizi, vatandaşlarınızı, üyelerinizi) sabah uyandıran şey ne? Bunun cevabını bulun.
Neden bir genç, herhangi bir benzeriniz yerine sizi tercih etsin? Sizi benzerlerinizden ayıran, kolay kopyalanamaz ve tercih edilmenizi sağlayabilecek ‘ayrıştırıcı’ özelliğiniz ne? 2016’da tüm dünyada yüzbinlerce gence onlar için en önemli ayrıştırıcı unsurun ne olduğunu sorduk. “İşteki amacı nasıl tariflersin?” sorusuna Türkiye’de gençler “Doyurucu, anlamlı, insanların hayatına dokunan bir iş yapmak” yanıtını verdiler. “Ben yürüyen bir bordrodan fazlasıyım!” diyen gençler için işin amacını tariflememiz gerekiyor. Son dönemlerde şirketlerde yaptığımız araştırmalarda görüyoruz ki, bunca işsizliğe rağmen, genç çalışanlarda iş bulmadan işten ayrılma oranları azımsanmayacak seviyede. Başka alternatifleri olduğu ya da varlıklı oldukları için ayrılıyor değiller. Kendilerini, iş ortamında ‘değersiz’ hissettikleri için ayrılıyorlar. 2017’de çalışmanın ve üretmenin anlamına yeniden bakmamız gerekiyor. Buna, sabahları bir amaç için uyanmak de diyebiliriz. Sizin çalışanlarınızı sabah uyandıran şey ne?
5. Psikolojik sermayeyi güçlendirin!
Her şeyden önemlisi bu. Bu ülkenin gençlerinin psikolojik sermayesini güçlendirmemiz gerekiyor. Bence Türkiye bir süredir belirgin biçimde tek bir sermaye türüne odaklı: Finansal sermayeye, yani paraya. Oysa öğrencilerimizin, çalışanlarımızın, çocuklarımızın, vatandaşlarımızın psikolojik sermayelerini artırmalıyız. Önemli bir davranışbilimci olan Fred Luthans, ‘psikolojik sermaye’nin formülünü şöyle veriyor: Yeterlilik, Esneklik, İyimserlik ve Umut… Gençlere kendi yeteneklerinin farkına varabilecekleri ortamı yaratan, belirsizliklerle baş edebilme yetisini kazandıran, katkılarını kutlayan ve güneşli güzel günlerin ortak akıl ve dayanışma ile mümkün olabileceğini gösteren kurumlara ihtiyacımız var.
HÜRRİYET Ayşe ARMAN 01.01.2017