Türkiye gündemi fırsat verdiği ölçüde eğitimi gündeme taşımaya çalışıyorum.
Patlamalar, kazalar ve insana eğitimi dert ettiğini bile utandıran haberler arasında çocukların geleceğini dert etmeye çalışıyoruz. Çünkü yaşadığımız bütün bu sorunlardan kurtulmak için biz olmasak da bizim çocuklarımıza umut bağlamaktan başka çaremiz yok. O halde kusuruma bakmaz iseniz eğer ben yine çocukların geleceğine dair bir yazı yazacağım.
PISA 2015 AÇIKLANDI!
Merakla beklediğim 2015 PISA sonuçları nihayet açıklandı. Malum üç yılda bir 15 yaşındaki gençlerin becerilerini ölçen bir sistem bu. Dünya ekonomisinin nerdeyse yüzde 90’ını temsil eden bu çalışmada amaç bu ekonomide rekabet için gerekli becerilerin her ülkede ne kadar başarıyla kazandırıldığını ölçmek. Biz 2003’ten beri sürekli katılıyoruz. PISA 2015 elimizdeki 5. karne. Bizim de ülke olarak kurucusu olduğumuz Dünya Ekonomik Kalkınma Örgütü OECD himayesinde Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yürütülen bu ölçme değerlendirme sistemiyle hem geçmişe yönelik kendi içimizde nereden nereye geldiğimizin bir fotoğrafını çıkartmak mümkün hem de dünyada rekabet ettiğimiz ülkeler arasındaki konumumuzu görmek mümkün. Peki sonuçlar ne diyor?
TÜRKİYE GENÇLERİNE TEMEL BECERİLERİ KAZANDIRAMIYOR!
PISA’ya katıldığımız yıllar içinde aldığımız en berbat sonuçlar bu sene geldi. 2003’ten itibaren katıldığımız tüm senelerde PISA’daki puanımızı az da olsa arttırmıştık. Bu artışlar eskiden sıralamamızı değiştirmiyor ama dünya sıralamasındaki yerimizi korumaya yetiyordu. Ancak 2015 sonuçlarında bambaşka bir tablo var. 2003 yılında 434 olan Fen puanı 425’e, 423 olan matematik puanı 420’ye, 441 olan okuma puanı ise 428’e düşmüş durumda. Bu düşüşler istatistiki olarak anlamlı. Yani tesadüflerle değil bir müdahale ile açıklanabilir bir perfomans kaybı var yıllar içinde. OECD içerisinde sürekli bizim altımızda yer alan Şili bile gelip geçti bu sene bizi. G20 üyesi olmaktan büyük bir gurur duyan, genç nüfusuyla övünen Türkiye’nin çocukları maalesef ilk 50 ülke arasında yok.
BÜTÇE ARTIŞINA RAĞMEN PERFORMANS DÜŞÜYOR!
PISA sonuçlarına bakınca ilk akla gelen açıklama bizim kaynak yoksulu bir ülke olmamız olabilir. Zira eğitim masraflı bir uğraş ve biliyoruz ki eğitime yatırım arttıkça başarı da artıyor. Ama bu temel doğru en azından kendi içimizde yıllar itibariyle baktığımızda doğru çıkmıyor. Çünkü Başbakanlık verilerine göre PISA’ya katıldığımız yıllarda eğitime ayırdığımız kaynak çok ciddi olarak artmış. 2002’de 10 milyar TL olan eğitim bütçesi son PISA’nın yapıldığı yıl olan 2015’te 8 kat artarak 80 Milyar TL’ye ulaşmış. Aynı şekilde eğitimin gayri safi yurtiçi hasıla içindeki payı da 2002’de %2.84 iken 2015’te %4.13’e çıkmış. Bu kaynak artışıyla birlikte hem okul binalarında ciddi iyileştirmeler olmuş hem de sınıf mevcudu ortalamasında düşüşler kaydedilmiş. Yanlış anlaşılmasın. Türkiye bu kaynak artışına rağmen OECD içerisinde eğitime hâlâ en az para ayıran ülkelerden biri. Zira OECD eğitm bütçe ortalaması %6. Ama yine de kaynak artışına kendi içimizde baktığımızda insan doğal olarak eğitim kalitesinde az da olsa bir iyileşme bekliyor. Oysa eldeki veriler tam tersini gösteriyor. Kaynak artışına rağmen başarı düşüyor! O halde sorun tek başına kaynak sorunu değil!
TEK TESELLİM DERT EDENLERİN ÇOĞALMASI!
PISA sonuçlarına bakıp ülkenin geleceğine, çocuklarımızın yarınına dair kaygılanmamak mümkün değil. Ama bir nokta var ki bana çok umut veriyor. O da şu. PISA eskiden yayınlandığında bırakın tartışmayı, bizde haber bile olmazdı. Çok değil 3 yıl evvelki PISA yayınlandığında dünyadaki tartışmaların aksine bizde sonuçların kamuoyunda ilgi görmemesine isyanımı bir yazıya dökmüştüm. Bu sefer görüyorum ki ülkede veriye dayalı eğitimi dert edenlerin sayısı hem medyada hem karar vericilerde epey artmış durumda. PISA sonuçları günlerce gazetelerde tartışıldı, 3 yıl evvel meseleye birkaç dakika yer verenler, şimdi sonuçlara günlerce yer veriyorlar.
TEŞHİSİ İNKAR EDEREK HEBA EDİLEN 3 YIL!
Siyaset dünyasından da ilk defa sesler yükselmeye başladı PISA sonuçlarına dair. Hem muhalefet hem iktidar cenahı konuyu en azından gündemlerine almış durumdalar. Bütün bu gelişmeler bana umut veriyor çünkü her hangi bir sorunu çözmenin ilk koşulu, o sorunun varlığını inkardan vazgeçmektir. 3 yıl evvel PISA’da sıralama yerinde sayarken puan artışı var diye bayram edilmeseydi, şimdi açıklanan sonuçlar bu kadar berbat olmaz, aradaki 3 yıl da heba edilmezdi. Geç de olsa artık nihayet derdi hakikat olan herkes aynı noktada buluşmuş durumda. Eğitim kalitemiz dünyada bizi abad edecek bir seviyeden çok uzak. Bir şey yapmalı.
İLK SOMUT ADIM!
Önümüzdeki dönemde gençlerimize dünya ile rekabet edebilecek donanımları kazandırmak için eğitim sistemimizde hangi reformları niçin ve nasıl yapmalıyız? Bu soruya olabildiğince somut yanıtlarımı hem bu köşede hem de ayrıntılı raporlarda uzun uzun anlattım. Burada o adımları tekrar etmek yerine bir reform aracı önermek istiyorum. Balık yerine olta misali…Eğer sorunlarımızı çözecek bir yol haritasında uzlaşırsak, farklı araçlarla aynı yere varırız.
EĞİTİM ŞURASI, HEMEN ŞİMDİ!
Eğitim sistemimizin en temel ihtiyacı, reform yapma yöntemini gözden geçirmektir.
Her ülke değişen ekonomik koşullara göre daha iyi rekabet edecek yeni nesiller yetiştirmek için eğitim sistemini sürekli olarak gözden geçirmekte. Eğitimde reform o nedenle her ülkenin gündeminde. Dünyada çocuıklarını en iyi yetiştiren ülkeler, aynı zamanda en çok reform yapan ülkeler. Hayatın bu kadar hızla değiştiği ortamda elbette o hayata katılacak genç nesilleri nasıl yetiştirdiğinizi sürekli elden geçirmeniz gerek. Önemli olan, laf olsun beri gelsin diye eğitim sistemiyle oynamak değil, reformları en geniş katılımla gerçekleştirmek ve ortaya çıkan reform önerilerini verilerle test etmektir.
TÜRKİYE İSTERSE 10 YILDA OECD ORTALAMASINI YAKALAR
Bu çağda başarılı olan eğitim sistemlerine bakarsanız şu basit formülü görüyorsunuz: Çocuklarını iyi yetiştiren ülkelerde eğitim politikları en geniş kesimlerin katılımıyla, partiler üstü milli bir mesele olarak ele alınır. Eğitim gibi uzun solukta sonuç alınan bir alanda her hangi bir değişikliği keyfe keder yapmak bir ülkeye yapacağınız en büyük zarar. O nedenle reformun ilk adımı geniş bir tartışma zemininde tüm sistemi masaya yatırmaktır. Bu modern sorun çözme mekanızmasının aslında bizim geleneğimizde olan bir yöntem. Evet, Cumhuriyet’le yaşıt Şura geleneğinden söz ediyorum. Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı koşullarında bile toplamayı başardığı geniş tartışma ortamı, çözüm arayışı platformundan söz ediyorum. Toplanacak yeni eğitim şurası tüm kesimlere açık olmalı ve tek bir soruya yanıt bulmalı: Gençlerimizi 10 yılda OECD ortalamasına taşımak için kısa, orta ve uzun vadeli adımlar nelerdir?
DERT BİZİM, ÇARE BİZİZ!
Türkiye’nin eğitim alanında yaşadığı çözümlerin hepsi yine Türkiye’de var. Türkiye’de eğitimi dünya standardında yapan çok iyi okullar, dünyaya yön verecek kapasiteye sahip vizyoner eğitimciler var. Sorun ne iktisadi sermaye sorunu ne de beşeri sermaye sorunu. Bizim eğitimdeki en büyük sorunumuz varolan bu kaynakları çözüm odaklı bir platformda toplayamıyor oluşumuzda. Şura işte bu boşluğu doldurmak için atılacak ilk adımdır. Şimdi bu adımı atmanın tam zamanıdır. O sebeple, bana “Ne yapmalı?” diye soranlara uzun uzun çözüm önerisi sunmak yerine çözüm aracı sunuyorum: Eğitim şurası, hemen şimdi! Çünkü dert bizimse, çare bizdedir.
HÜRRİYET Selçuk ŞİRİN 19.12.2016