Yeni Bir Okul Teorisi İhtiyacı

0

Toplumsal değerlerin en önemli özelliklerinden birisi, dinamik oluşudur. Bazı ülkeler, hala daha tarım toplumunun değerleriyle okulu yönetmeye ve okulun çıktılarını belirlemeye çalışıyor. Tarım toplumunun değerleri, okulun paradigmalarını belirliyor. Dört duvarlı, bir tavanlı, bir tabanlı sınıfları ve okul modellerini artık pek çok ülke tartışmaya açmış durumda. Çünkü, bu okul profili, artık beklentilere cevap veremiyor. Gazeteler, kitaplar ve medya bilgi ötesi toplumun varlığından söz edilmekte… Toplumsal beklentiler ve ihtiyaçların farklılaşması, okulun yeniden tanımlanma ihtiyacını ortaya çıkardı. 

Okulda Her Şeyi Öğretmek Zorunda Mıyız?

Okul, bu aşamada, kendisini sorgulamaya başlıyor.. Okulda her şeyi öğretmek zorunda mıyız? Sadece bilgiye nasıl ulaşılacağını, nasıl kullanılacağını, aslında bilginin nasıl rafine edileceğini öğretmemiz, sanırım geleceğin okullarının köşe taşlarını oluşturacak. İnternetteki arama motorlarını inceleyin. Google’a “empati” yazın, size bir anda binlerce sayfayı içeren bilgi veriyor. Bu açıdan artık bilgiye ulaşmak çok zor değil. Zor olan o bilgiyi rafine edebilmek, işe yarar hale dönüştürebilmek, hayata transfer edebilmek…

Okulların Çok Fazla Rakibi Var

2000’li yıllardan sonra, medya ve iletişim sektöründe hızlı bir değişim yaşandı. Okul dışındaki gelişmeler, okuldaki eğitim-öğretim süreçlerinden daha ilginç ve daha dikkat çekici hale geldi. Bu durum, öğrencilerin okuldaki programlardan daha çok, dışarıdaki süreçlere ilgi duymasına neden oldu. Okulun çevresinde pek çok meydan okuyucu var ve okul bununla çok fazla rekabet edemiyor. Bu durumda, öğretmeni, okul yöneticisini, okulun fiziki mekânlarını ve müfredatı aynı ölçüde geliştirememe sorunu ile karşı karşıyayız.

Okulun, öğrenme ve öğretme süreçlerinin sürekli sorgulanıyor olması önemli. Çünkü; okulu oluşturan paradigmalar, bugün artık önemini yitirmek üzere. Günümüzde “fabrika okul modeli”, artık geçerli değil. Toplam Kalite Yönetimi’nin “Kaizen İlkesi”“Küçük Adımlar İlkesi”, daha doğrusu üretim sektörüne ait ilkeler, eğitim ortamına çok fazla katkı sağlayamadı. Bu aşamadan sonra, eğitim kurumlarının kendi teorilerini, oluşturmaya ihtiyacı ortaya çıktı.

Batı Modelleri Doku Uyuşmazlığına Neden Oldu

Batıdan ithal ettiğimiz modeller, eğitim örgütlerinde doku uyuşmazlığına neden oldu. Okul müfredatının gerçek hayatın dışında olduğunun ileri sürülmesi, yani hayatın gerçekleri ile örtüşmediği yönünde iddialarının olması, eğitim işgörenlerinin, sosyal seviyenin altında kaldığının iddia edilmesi… Bu ne kadar doğru? Bazen bakıyoruz öğrenci, öğretmenin çok ilerisinde olabiliyor. Öğrencilerin sosyal yaşantıları, öğretmenlerden daha geniş bir yelpaze içerebilmekte…

İstihdam sektörünün beklentileri sürekli değişmekte. Japonlar, ‘Artık bize, çok fazla motor bilen, elektrik bilen insan yetiştirmeyin.’ Talimatını eğitim kurumlarına iletmekte. ‘Çünkü eski teknolojilere göre yetiştiriyorsunuz. Biz öğrencilere, 6 aylık dönemde, son model teknolojileri öğretebiliriz.” İddiası gündemi belirlemeye başladı.

‘Bize matematik bilen, bilgisayar kullanabilen, bilişim teknolojilerine hakim, iletişim kapasitesi gelişmiş, problem çözebilen insan yetiştirin.’ Talebinde bulundular. ‘Biz, onları 6 ayda Toyota’da, Honda’da çok iyi bir motorcu olarak yetiştirebiliriz.’ Görüşü gittikçe mesleki ve teknik eğitimde önem kazanmaya başladı. Ulusal ve uluslararası rekabetin gün geçtikçe artmış olması, bizim okul sistemlerimizi yeniden sorgulama ihtiyacımızı ortaya çıkardı.

İhtiyaçlara Göre Okullar Yeniden Tanımlanmalı

Toplumsal beklentiler ve ihtiyaçların farklılaşması da, okulun yeniden tanımlanma ihtiyacını ortaya çıkardı. Şu ana kadar geçerli olan okul teorileri ihtiyaçları karşılar nitelikte değil. Bu teorilerin başında, “Piramit Teorisi” var. Bu teori, emir verme, denetleme ve gözleme dayalı. Zaten Türk Eğitim Sistemi, yıllarca böyle bir sistemle yönetildi. Eskiden yani bundan 20 yıl önce, ben de müfettiştim ve bu teoriye uygun eylemlerde bulunuyordum, denetliyordum, rapor yazıyordum, ceza teklif ediyordum. Bir dizi bilindik davranışlar sergiliyorduk. Aslında, bildiğimiz şeyleri yapmak bizi rahatlatıyor ama bildiğimiz şeyleri yapıyor olmak sorunumuzu çözmüyor.

Tren yolu teorisi ise; iş süreçlerini standartlaştırmak amacıyla kullanıldı. Okul müdürünün yeterlilikleri, okulun standartları belirlendikten sonra, eğitimsel sorunların çözüldüğü düşünüldü. Aslında okulu sınırlıyoruz, öğretmeni sınırlıyoruz, yöneticiyi sınırlıyoruz. Yetenekleri ve yeterlilikleri ile onlara belirli bir kulvarlarda koşma zorunluluğu getiriyoruz. Yeni okul teorisinde bu olmamalı.

Yeni okul teorisi; geniş katılımı, geniş davranış kalıplarını, geniş süreçleri içermeli. Yüksek performans teorisi, bazı özel okullarda, kolejlerde sık sık uygulanan bir model. Kurallarda özgürlük var. Daha çok kamunun dışındaki yapılarda… Ancak bu teorinin de sorunları var.

Yeni Okul Teorisi Nasıl Olmalı?

Sergiovanni, yeni okul teorisi nasıl olabilir? Sorusuna cevap aradı. Manevi bir toplum olarak okul teorisi, daha çok iç ve dış paydaşlarla kurulan manevi bağlar, değerler ve moral kavramını ön plana çıkartmayı hedefledi. Yeni okul teorisi,  değer kavramını ele aldı. Bilgi eksiğinin kapatılacağını; ancak değer eksiğinin kapatılamayacağını iddia etti. Önemli bir iddia… Gelecekte, değerleri içselleştirmiş insan modelinden bahsetmekte. ‘Yeni bir okul teorisini nasıl yaratabiliriz?’ Sorusuna cevap ararken, öncelikle bu okulun özelliklerine bakmak gerekir.

Yeni bir okul teorisi ile okulda bireyin sahip olduğu bürokratik rolün, eylemleri belirlediği düşüncesinin terk edilmesi gerekir. Yöneticinin rolünü, bürokratik rol olarak algıladığınızda, bunu fabrikaya ya da sanayi bakanlığına çevirme ihtimali var. Okul, bürokratik beklentileri olan, müdür odası olan, kapısı tıklatılarak girilen, müdüre arz edilen, sonra onaylayan bir yapı kazanıyor.

Bugün gevşek yapılı örgütler farklı bir yaklaşımdan bahsediyor. Okulu, fabrika olarak gören anlayışın yerine gevşek yapılanmayı öneriyor. Bu teoride, okul fabrika olarak değil, futbol metaforuyla açıklanıyor. Bu metaforda bir saha var ama bu saha yuvarlak bir saha. Sahanın her noktasında kale var ve çocuklar kendi amaçlarına, kendi isteklerine, kendi ilgilerine göre bu kaleye koşup gol atmaları isteniyor. Okul yöneticisi hakem, öğretmenler koç, öğrenciler oyuncu, veliler ve toplum seyirci olarak kabul ediliyor. Bu metaforun sıkıntılı olduğunu düşünüyorum. Merkezden kenara kadar aynı uzaklıkta koşuyorsunuz. Oysa herkes aynı değil. Her öğrenci farklı ilgilere, farklı becerilere ve farklı yeterliklere sahip.

Acaba, kemik metaforu konuyu daha mı iyi açıklar? “Kemik” metaforunu şöyle algılayın; bir kemiğin belli alanları dar, bazı alanları uzun ve geniş. Öğrenciler yeteneklerine, ilgilerine, beceri alanlarına göre kendilerine hedef belirleyip bu hedeflere koşuyor. Okula ilişkin teoriler, kaynağını okuldan alması gerekir. Kısacası, okula Deming’in, Taylor’ın ve Weber’in modelleri pek fazla uymuyor.

Okula Has Bir Yapılanma

Yeni bir okul teorisinde, okula has bir yapılanma ihtiyacı var. Estetik olarak da uyum sağlayıcı olması gerekir. Öğrenci, okula geldiği zaman ‘Bu fiziksel mekanlar, bu eşyalar, bu dizayn hakikaten güzel ve hoş, ben burada kalmalıyım.’ Algısına sahip olması önemli. Okul teorisi, fikir temelli ve manevi bağlara dayalı olarak odaklanılması gerekir. Neden? Çünkü huzur evlerinde kalan insanlar; simitçilerin, börekçilerin anne-babası değil, eğitildiği iddia edilen insanların anneleri ve babaları. Acaba, okul neyi eksik verdi? Toplum, ister istemez, okul bilgiyi veriyor da, temel değerleri aktaramıyor mu?’ Diye düşünmeye başladı. Bu yüzden de bilgi merkezli olmasına rağmen, duyuşsal bazı hedeflerin de kazandırılması gerektiği, bu yeni teoride ortaya çıktı.

Okul teorisinin mantıki bir çerçevesi, yani içsel tutarlılığı olması gerekir. Bu ne demek, içsel tutarlılık? Yani amaçlarla süreçler, süreçlerle sonuç… Amaç – sonuç dengesinin olması önemli görülüyor. Okul teorisinde örgütlenme biçimini, müfredatı, sınıf ortamına ilişkin tüm faktörleri bir arada, belli ilkelere göre koymak gerekir.

“Yıllarca ülkemizde Türk Eğitim Sistemi Nasıl Düzelir? Türk Eğitim Sistemi’nin Sorunu Nedir? Konuları tartışıldı.”

Genellikle müfredat, YÖK ve MEB suçlu ilan edildi. Türk Eğitim Sistemi’nin bana göre en önemli sorunu, eğitim felsefesinden yoksun oluşu. Eğitim felsefesini bir balığın kafasına benzetin. Eğer balığın kafasını görürseniz, palamut mu? Hamsi mi? İstavrit mi? Olduğunu anlarsınız. Sonra balığın kafası belliyse, kılçıkları da ona göre olur. Hamsi ile istavritin, palamudun kılçığı aynı değil. O zaman müfredat, okul, öğretmen yetiştirme, yönetici yetiştirme, öğretim yöntem ve tekniği, ölçme ve değerlendirme gibi tüm alt bileşenler; balığın kafasındaki yerleşik eğitim felsefesine göre düzenlenir. Bu durumda, içsel tutarlılık oluşur.

Ülkemizde yapılan değişim süreçlerinde, özel öğretim değiştiriliyor ama din öğretimi sabit kalıyor. Mesleki teknik eğitim değiştirilmesine rağmen, TEOG’da bunu desteklemeyen, başka bir yapı ortaya çıkmaktadır. Eğitim felsefeniz tek değilse, balık kılçığındaki o kılçıklar birbiriyle tutarlı bir şekilde örgütlenememektedir. Bu açıdan, burada belirlenebilecek bir felsefe, o felsefeye dayalı yapılanma, Türk Eğitim Sistemi’nde içsel tutarlılığı sağlayabilir.

Öğretmen yetiştirirken, öğretmen adaylarına, üniversitedeki eğitimleri esnasında, değerleri kazandırmak gerekiyor. Öğretmenin, üst düzeyde değerleri içselleştirmiş olması gerekir. Çünkü, sınıfın kapısını kapatıp içeri giren öğretmeni kamera ile izlemeye başladıysanız, her şey bitmiştir. Eğer, öğretmen sınıfta ders yapıyor mu diye kontrol ediyorsanız ve kontrol ile onu çalıştırabileceğinizi düşünüyorsanız, kalıplanmış insan profili yaratmışsınız demektir. Böyle bir süreç, maalesef sorunlu bir kimlik kazanmaktadır.

 

 

CLASSLOOM  Prof.Dr. Necati CEMALOĞLU  06.09.2016

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here