ABD’de Oregon Sağlık ve Bilim Üniversitesi’nde kanserin erken teşhis edilmesine yönelik kurulan dev merkezin başına bir Türk, Prof. Sadık Esener getirildi. Geliştirdiği mikroelektronik çiplerle DNA eşleştirmesi yapan Esener bağışlarla oluşturulan dev bir fonu yönetiyor. Amaç beş yıl içinde erken teşhisi sağlayıp, 10-15 yıla kadar kanser ilacı geliştirmek. Hikâyesinin ilginç kısmı kadavra korkusu yüzünden tıp eğitimini bırakıp elektronik mühendisi olması. Hazin yanıysa, dört yıl önce annesi ve eşini kanserden kaybetmesi…
Bu büyük kanser merkezinin hikâyesi nasıl başladı?
– Nike’ın kurucusu diyor ki “Ben kanserin erken teşhisinin araştırılması için 500 milyon dolar koyacağım. Tek şartım sizin de iki yıl içinde 500 milyon dolar daha toplayıp toplam fonu 1 milyar dolara çıkarmanız.” İki yıl içinde 500 milyon dolar toplanıyor. Fonu kurunca bu yeni oluşumu idare edebilecek bir direktör aranıyor ve tam o aşamada bana geliyorlar. Duyduğum kadarıyla 300 kişi arasından seçilmişim.
Araştırmalar başladı mı?
– Haziranda başlıyoruz.
Hocam basitçe anlatmanızı rica edeceğim. Siz tam olarak neyi arayacaksınız bu merkezde?
– Hedefimiz en kısa zamanda kansere çare bulunması. Erken teşhisin çok önemli olduğunu biliyoruz ama nedense bu konuya yeterli fon ayrılmıyordu. Şimdi bunu yapmamız mümkün. Genlerle ilgili tecrübemiz arttığı için kanseri daha iyi anlıyoruz. Kan, tükürük ve idrar biyopsisi yaparak kanserin oluşum evresini görebilmeye başladık.
DAHA BAŞLARKEN YAKALAYACAĞIZ
Erken teşhisten kastınız nedir?
– Daha tam başlarken yakalamak. Şu anda kanseri çok geç fark edebiliyoruz. Maalesef tümör 500 milyon hücreyi geçtiğinde… O zaman tümörden hücreler başka yere de atlamış olabiliyor. Amacımız agresif olan kanserleri agresif olmayanlardan çok erken zamanda tespit edebilmek.
Planınız ne, nasıl yapacaksınız bunu?
– Değişik teknolojiler kullanmayı düşünüyoruz. Bunlardan biri, kanda dolaşan DNA miktarını ölçmek. Eğer bu yükselirse, bir şeylerin doğru olmadığını söylüyor bize. İlla kanser demek değil tabii çünkü yaşlanınca da yükseliyor. Bu test ucuz ve herkese yapılabilir. Ancak şu anda yapılmıyor. Doğru sonuç almak için çok fazla insanda etüt edilmesi, referans değerlerinin oluşturulması gerek. Değişik ırklarda nasıl farklılıklar var, onu da gözlemlememiz lazım.
Yani ilk etap DNA ölçümü…
– Evet, burada risk varsa, bu kez gen haritası çıkarılabilir. Şu anda 2 bin dolar. İleride daha da ucuzlayacak. Ardından kandaki Ribo Nükleik Asit (RNA) miktarını da ölçebiliriz. Böylelikle hangi organda hastalık varsa tespit edebileceğiz. Büyük bir ihtimalle kanserin ne derece agresif olduğunu da tahmin edebileceğiz. Şu anda uygulanmıyor ama laboratuvarda bu ölçümleri yapabiliyoruz.
Şu anda bir tümör fark edildiğinde içindeki kanser hücresi (birinci resim) sayısı çoktan 500 bini geçmiş oluyor. Ama hücreler arasında bir elçi gibi görev yapan RNA (ikinci resim) zamanında taranabilirse, sorun hastalık daha başlar başlamaz tespit edilebilecek. Profesör Esener’in RNA çalışması beş yılda sonuçlanacak. Sonraki aşama ilaç geliştirme olacak. Bu safhanın da 10-15 yıl süreceğini tahmin ediyor.
RNA ölçümleme yeni bir aşama mı? Nedir bu RNA?
– RNA, DNA hücremizin hafızası. Bilgi taşıyıcı bir molekül. Hücrenin çıktısı yani. Kana karışıp oluştuğu hücreden başka hücrelere bilgi taşıyabiliyor. Aslında hücrelerimiz birbirleriyle iletişim kuruyorlar. Bu RNA da elçi gibi. İşte o bilgiyi yakalarsak problemin ne olduğunu anlayabiliyoruz.
Ve bunları sizin geliştirdiğiniz çipler ölçecek…
– Evet. Hem RNA hem de DNA’yı çiplerle ölçüyoruz.
Bunun için periyodik olarak doktora mı gitmemiz gerekecek?
– Her yıl check-up yapılmalı ve bunun sıklaşması lazım. Doktora gittiğinizde kanınızı alıyorlar ya, bu kanın bir miktarını analiz edecekler. Yaşlandıkça daha sık tabii. DNA’nızda bir şey yoksa da sağlıklısınız demek.
O sinsi şeyi buldunuz diyelim, göremediğiniz bir şeye ne yapacaksınız?
– Öncelikle hangi organda sorun olduğunu bileceğiz. Normalde sorunu gidermenin en iyi şekli ameliyat. Ama bu kez daha çok erken olacağı için cerrah da onu göremeyecek. Bunun için ilaç geliştirmek istiyoruz. Hücre programlaması dediğimiz yeni yöntemler var.
BEŞ YILDA KLİNİKLERE AKTARILABİLİR
Oregon’daki OHSU Knight Kanser Enstitüsü
Bunları yapmak için bütçe hazır. Peki ne kadar zamana ihtiyacınız var Hocam?
– Bu soruya cevap vermek zor çünkü kanser öyle sürprizlerle dolu bir hastalık ki başarı ancak zamanla gelebilecek. Erken teşhis belki beş yıl içinde bazı kliniklere aktarılabilir. Ama ilaç kısmı en az 10-15 sene sürer.
Peki bu geliştireceğiniz ilaç, ‘kanserin ilacı’ mı olacak?
– Erken tedavinin nasıl olacağını şu anda bilmiyoruz. Bir yöntem, bizim kendi bağışıklık sistemimizi kanser hücrelerine karşı duyarlı kılmak… Kanserli hastalarda bağışıklık sistemimiz kanseri göremiyor. Tümörü yara zannedip korumaya alıyor. Bunu değiştirmemiz gerek. Onun için de yeni ilaçlara bakılıyor.
BU SÖYLENTİLER HASTALARA HAKSIZLIK
Halk arasında ilacın çoktan bulunduğuna dair bir inanç var…
– Ben de duyuyorum: “Kanserin ilacını buldular ama…” Neden böyle söylemlerin çıkarıldığını anlamak gerçekten zor. Kanserin ABD’deki yaklaşık maliyeti yılda 200 milyar dolar. Çözülmüş olsa bu kadar parayı kim sokağa atar? Böyle söylentiler kanser hastalarına büyük haksızlık.
Bu merkezde kaç kişi çalışacak?
– İlk etapta 30. İkinci etapta 70. Sonra daha da artacak ileride. 15 öğretim üyesi çalışacak. Onlarla birlikte de beşer uzman araştırmacılarla çalışacak. Amacımız bu işi dünyadaki diğer kanser merkeziyle birlikte götürmek. Çünkü insanlar üzerinde yapacağımız araştırmalar için değişik etnik gruplara ihtiyacımız var. Çin ve İngiltere ile de çalışacağız. Türkiye de olacak. Ayrıca ümit ediyorum ki Türkiye’den kanser araştırmacılarıyla da yakın çalışma imkânı doğacak.
EŞİMİ VE ANNEMİ DÖRT AY ARAYLA KANSERDEN KAYBETTİM
Çocuklarınız yükseköğrenim görüyor. Onlar hangi alanlarda?
– Oğlum elektronik mühendisliği okuyor, 19 yaşında. Kızım 22. Nano medikal mühendisliği üzerine master yaptı.
Sanki bir yarınız kızınız, bir yarınız oğlunuz olmuş…
– Biraz tesadüf oldu.
Peki eşiniz?
– Eşim vefat etti, kanserden.
Çok üzüldüm, üstelik uğraştığınız alan… Ne zaman oldu?
– Nisan 2012’de. Aynı yıl ocak ayında annemi de kanserden kaybetmiştim. Annem pankreas, eşim kolon kanseriydi. Oregon’daki kurucu direktörlüğünü yapacağım merkezde benim ilgimi çeken nokta da yepyeni yöntemler geliştirmek istemeleri. Kanserle iç içe yaşarken erken teşhisin önemini insan çok çok daha iyi anlıyor.
Çok zor bir süreç yaşamışsınız. Peki “Doğru bir iş üzerinde çalışıyorum” dediğiniz oluyor mu?
– Evet, örneğin ilk hedefimiz ameliyat edilemeyen hastaların çektikleri acıyı dindirmekti. Yaptığımız buluşu şöyle tarif edebilirim: Nanopartiküler içine kemoterapi veya ağrı kesici koyup damardan kana veriyoruz. Onlar vücutta dolaşırken sıkıntı olan yere ultrason tutulup bir tek orada çözülmeleri sağlanıyor. Sadece o bölgede etkili oluyor ve tümörü küçültüp, ağrıyı azaltıyorsunuz. Ama bu çözümden önce hastayı devamlı uyutmaktan başka çaremiz yoktu. O acıları, ağrıları bir şekilde dindirmek, azaltmak benim için önemli bir konuydu.
KADAVRAYI GÖRÜNCE TIP OKUMAKTAN VAZGEÇTİM
Nerede doğdunuz, ilkokula nerede gittiniz?
– Ankara’da doğdum. Ama ben iki buçuk yaşımda Almanya’daydım. Freiburg’da anaokuluna gittim. İlk lisanım Almanca diyebilirim. Sonra 6 yaşımdayken Ankara’ya döndük. İlkokulu Ankara Kocatepe’deki Mimar Kemal İlkokulu’nda bitirdim.
Peki ortaokul?
– Ortaokulun büyük kısmını Fransa’da okudum; ancak bir ara yine Türkiye’ye döndük ve Ankara’da kısa bir süre Fransız Charles de Gaulle Lisesi’nde okudum.
Hep bir yurtdışına gidiş-dönüş durumunuz olmuş…
– Babamdan dolayı. Doçentlik tezini yazarken Freiburg’daydık. Ortaokul ve liseyi büyük oranda Fransa’da okudum.
İTÜ mezunusunuz…
– Ben önce Strasbourg’da tıp fakültesine yazıldım. Fakat tıp maceram sadece bir gün sürdü. İlk gün bizi morglara götürüp kadavra gösterdiler. Kaldıramadım, o gün okulu bıraktım. İstanbul Teknik Üniversitesi’nin de sınavına girip kazanmıştım. İstanbul’a geldim. Zaten en büyük hayalim Türkiye’de yaşamaktı.
Kadavralardan kaçıp mühendis oluyorsunuz ama şimdi yine tıp alanındasınız…
– Tuhaf bir kader… Sonrasında İTÜ’yü bitirip 1981’de Michigan Üniversitesi’ne gittim. Elektronik mühendisliği master’ı yaptım. Mikroelektronik çip dizayn etmesini de orada öğrendim. Sonra döndüm, Burdur’da dört ay kısa dönem askerlik… 1983’te tekrar bu kez California.
Yine okul için mi?
– Babam o sırada bakandı (Turhan Esener, Çalışma Bakanı). Doktoramı dışarıda yapmamı tavsiye etmişti. Ben de California Üniversitesi’ne (UCSD) gittim. Okulda koridorda Hong Kong asıllı biriyle tanıştım ve hayatım yeniden şekillendi.
ÜÇ YILDA HOCALIK TEKLİFİ ALDIM
Kimdi bu Hong Konglu?
– Fotonik alanında tanınmış bir profesör… Sonradan doktora hocam oldu. Ne bildiğimi sordu. “Elektronik çip yapmayı biliyorum” dedim. Bana, “Bir sunum yaz. Eğer kaynak alırsak, gel, burada doktora yap” dedi. İki yıl devam ettim. Üçüncü yıl orada hocalık teklifi aldım. Babam “Bir süre daha San Diego’da kalabilirsin” dedi. Kalış o kalış…
Ama hocalıkla yetinmediniz sanırım…
– Evet, ilk şirketimi daha öğrenciyken açtım. 1987’de bugünkü DVD’lerin atası diyebileceğimiz üç boyutlu bellek yaptık. Bu şirketi 2006’da sattığımızda bir CD’ye 3 terebayt veri koyabiliyorduk. İnternet ve flash bellekler gelişince DVD’nin daha fazla tutmayacağını düşünüp sattık.
Bellek işinden sonra ne yaptınız?
– Bir yatırım şirketine danışmanlık yaptım. O şirketin teknik yöneticisinden moleküler biyolojiyi öğrendim. Nanogen firmasını kurduk. Çipler üzerinde DNA profilledik. DNA’nın parmak izini oluşturduk yani. Hastadan alınan DNA parçalarını inceleyerek kanserle ilgili bir değişim var mı, ona bakıyorduk.
Oregon’daki OHSU Knight Kanser Enstitüsü Türk profesörün projenin başına geçmesini, internet sitesinin giriş sayfasından ‘Hoş geldin
Esener’ başlığıyla duyurdu.
DNA’nın haritasını çıkarmak gibi mi?
– Evet ama küçük bir bölümünün haritasını çıkarıyorduk. O çıkardığımız bölüm erken teşhiste kullanılıyor ve risk faktörünü belirleyebiliyor. Haritadaki çok ufak bir değişiklik, riski artırıyor.
Çipler nasıl bir işlev görüyor burada?
– Kodları bilinen DNA parçalarını çipin üzerine yerleştiriyorsunuz. Hastadan alınan DNA parçası gelip onlardan bir tanesiyle eşleşiyor. Bizim geliştirdiğimiz çip de bilinmeyen DNA’nın eşleştiği yeri elektronik veya optik olarak belirleyebiliyor.
Sonra da Optical Micro Machines (OMM) şirketi geldi…
– Evet, dört ortak kurduk. Üç yılda değeri milyar doların üzerine çıktı. Fiber optikte bilginin hızlıca dağıtılabilmesi için bir çip sistemi geliştirdik. AT&T müşterimizdi ama beklenen internet trafik hesaplarının yanlış olduğu anlaşıldı. İki yıl sonra da battı, kapandı. O sıralarda üniversitede amacı biyo-elektroptik çipler yapmak olan bir merkez kurmuştum. Öğrencim Osman Kibar ile lazer ışınları kullanarak kanserli hücreleri kansersiz hücrelerden ayırt edebilen bir teknoloji geliştirdik.
ŞİRKETİMİZ ZİRVE YAPTI
Peki ne faydası var bunun hastalara?
– Hastadan biyopsi alındığında o hasta için hangi ilaçların ve bunların hangi kombinasyonlarının daha etkili olduğunu söylüyor. Bu da bireysel ilaç kokteyllerinin yapılabilmesini mümkün kılıyor. Uygulama lazerle yapılıyor. Şirket Nasdaq’ta zirve yaptı. 2000’de kurmuştuk, 2010’da Novartis tarafından satın alındı.
Anladığım kadarıyla hayatınızda bir taraftan üniversiteler, bir taraftan şirketler olmuş…
– Evet ama üniversitede genellikle başka konularda da çalışıyordum: Örneğin Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Merkezi’nin (SUNUM) Direktörü arkadaşım Dr. Volkan Özgüz ile optik iletişim üzerine araştırma yapıyorduk. Bilgisayarların daha hızlı çalışmasıydı hedefimiz. Ancak 2005’te UCSD Moores Kanser Merkezi Direktörü Profesör Dennis Carson’dan teklif aldım ve Kanser Nano Teknolojisi Atılımı’nın başına geçtim. Bu merkezin çıktısı olarak son senelerde öğrencilerim ve merkezde çalışan araştırmacılar tarafından beş-altı şirket daha kuruldu.
Bunlar için fonlardan destek aldınız mı?
– Hayır, şirketler için genellikle devlet fonu almıyoruz. 2005’ten bu yana kanserin nanoteknolojiyle terapisi üzerine çalıştım. En son olarak da beyin üzerine çalışıyorum. Beynin haritasını çıkarmak için nano teknolojiyle özel elektrotlar geliştiriyoruz.
Hangi alanlarda kullanılabiliyor?
– Örneğin Alzheimer hastalığı… Normalde sinirden gelen bir elektrik sinyalinin sinaps’lerde kimyasal bir sinyale dönüşmesi gerekiyor. Bu dönüşümü sağlayan reseptörler çalışmazsa aradaki devrelerde kopukluk oluyor ve hastalık başlıyor. Beyin haritasını çıkardığımızda hastalığı ve oluşumunu da daha iyi anlayabileceğiz. Bu konudaki çalışmalara devam edeceğim. Ama beynin tam anlamıyla nasıl çalıştığını anlamamız daha epey bir süre alacak.
ANALİZ KABİLİYETİNİ BÜLENT ECZACIBAŞI’NDAN ÖĞRENDİM
Türkiye’den ya da yurtdışından hayatınızı etkileyen isimler arasında kimleri sayabilirsiniz?
– Komşumuz olan Kemal Derviş’in ekonomi bilgisi beni oldukça etkiledi diyebilirim. Onunla oynadığımız Monopol oyunlarını unutamam. O zamanlar 12 yaşındaydım, Kemal ise 18 yaşındaydı. Şirket kurarken Kemal Derviş’ten esinlendiğim hamleleri kullandım. Beni en çok etkileyen isimlerden biri de Bülent Eczacıbaşı. Onun da analiz kabiliyetine hayranlık duyarım. Tabii en çok babamdan etkilenmişimdir. Babamdan iş anlaşmalarında detaylara önem vermeyi ve hukuka saygılı olmayı öğrendim. Hukuk düzenine uymak ve saygı göstermek ABD’de çok önemli bir şey.
– Benim için önemli olan iki isim daha var. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde. Duran Leblebicioğlu ve Ahmet Dervişoğlu. Onların sayesinde elektronik çip tasarımına merak sarmıştım. UCSD de Hong Kong asıllı Prof. Sing Lee beni değişik bir şekilde yönlendirdi. Ondan büyük ve değişik açılardan düşünebilmeyi öğrendim. Yeni vizyon yaratabilmeyi ve en önemlisi serbestçe projeler hayal edip, sonra bu projeleri nasıl gerçekleştirebileceğimi düşünmeyi öğrendim.
HÜRRİYET Sefer LEVENT 10.04.2016