Prof. Dr. Aziz Sancar Nobel Ödülü’nü aldı ve ayağının tozuyla Türkiye’ye geldi. Ve tabir uygunsa bir de müjde verdi: “Türkiye’ye başka Nobeller gelebilir, çok başarılı bilim adamlarımız var.” Bahsettiği akademisyenlerle Sancar’ın birçok ortak yönü var. Onlar da Aziz Hoca gibi çok çocuklu ailelerde ve sınırlı imkanlarla büyümüş. Onlar da hocaları gibi çok çalışıyor. Sinema, tiyatro hak getire… İşte o genç bilim insanları ve projeleri
Prof. Aziz Sancar, Nobel Kimya Ödülü’nü alarak Türkiye’ye büyük bir sevinç yaşattı. Dile kolay, çok hasretini çektiğimiz bir alandan bilim tarafından geldi Nobel. Hoca, Pazar SABAH’a verdiği röportajda Türkiye’de Nobel alabilecek çok başarılı bilim insanları olduğunu söyledi ve iki isim verdi. Bu isimlerden biri Doç. Dr. Halil Kavaklı diğeri ise Doç. Dr. Nuri Öztürk’tü. Her iki bilim insanı da Hoca’nın öğrencisi olmuş, laboratuvarda omuz omuza çalışmıştı. Şimdi Doç. Dr. Kavaklı Koç Üniversitesi Moleküler Bölüm Başkanı olarak görev yapıyor. Doç. Dr. Öztürk ise Gebze Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi. Nobelli hocamızdan tüyoyu alınca, bahsi geçen genç bilim insanlarının kapısını çaldık. Onlar anlattı, biz heyecanlandık. Belli ki adlarını zikrederken Aziz Hoca’nın bir bildiği vardı. Bizden söylemesi, kulağınız bu genç bilim insanlarından gelecek haberlerde olsun. Belli ki daha da gururlanacağız.
SAATÇİ ÇIRAĞI
Urfa Siverekli olan Kavaklı’nın annesi de babası da okuma yazma bilmiyor. Altı çocuklu bir ailenin çocuğu. Hayatına yön veren isim ise ilkokul üçüncü sınıftayken yanında çalışmaya başladığı, aynı zamanda bir öğretmen olan saatçi ustası olmuş. Okuma merakını gören ustası, ilkokul beşinci sınıftayken kendisini bilim dergisiyle tanıştırmış. Dergiyi açar açmaz hücrelerin birbiriyle iletişimi konusuyla karşılaşmış Kavaklı. Hücrelere ilgisi artınca da ilk tercihi olan ODTÜ Biyoloji’den mezun olmuş. Doktorasını Washington Devlet Üniversitesi’nde hücre biyolojisi üzerinde yapan Kavaklı, beş yıl Sancar Hoca’nın laboratuvarında çalışmış.
BOŞ ZAMANLARINDA OKUYOR
Nuri Öztürk de yedi çocuklu bir ailede yetişmiş. Annesi okuma yazma bilmiyor, babası tersanede işçi olarak çalışmış. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü’nden mezun olan Öztürk de, Bilkent Üniversitesi’ndeki doktorasının ardından Amerika’da Sancar Hoca’nın laboratuvarında altı yıl önemli çalışmalara katkıda bulunmuş. Öztürk de, boş zamanını evde, okuyarak geçirmeyi seviyor. O da son dört yılda bir kez sinemaya gitmiş. 38 yaşındaki Öztürk, “Evlenmek de nasip olmadı” diyor. İki hocayla da, bilimsel çalışmalarının yanı sıra bilim dünyası ile Türkiye’deki bilim insanlığını konuştuk. İlk söz Kavaklı’da.
– Çocukluğunuz nasıl geçti?
– O kadar yoksul değildik. Babamın Siverek-Urfa arasında çalışan dolmuşu vardı. Güneydoğu’da yaşam bu. Bol çocuklu, çok kardeşli… Ailenin üniversitede okuyan tek çocuğuyum. İlçe bazında dereceyle mezun oldum. Üniversiteyi kazanana kadar hem okuyup hem çalıştım. Saat tamirciliğinde ustalığa kadar çıktım.
– Neden saat tamirciliği?
– Çocuklar, okuyamayacakları için, hayta olmasınlar düşüncesiyle bir meslek erbabının yanına çırak verilirdi. Ben de saatçide çalışmak istedim. Mekanik saatler tamir ettim.
– Türkiye’de bilim insanı olmak, zor mu?
– Bilimin güzel tarafı şudur, düşündüğünüzü yapıyorsunız. Kimse size bir şey dikte etmiyor. Son dönemde TÜ- BİTAK, Sanayi Bakanlığı’nın yanı sıra gerek Kalkınma Ajansı gerek Avrupa fonları, Türkiye’de bilimi yapılabilir bir hale getirdi. Maddi anlamda büyük sıkıntı olmasa da moleküler biyolojide çalışmanın en büyük sıkıntısı kullandığınız malzemelerin size geliş süresi. Amerika’dayken mesela bir antikor (deneyde kullanılan bir malzeme) bir günde elimize geçiyor, burada beş ay bekliyoruz. Bilim bir merak işi. Gecenizi gündüzünüzü verdiğiniz bir çalışma. Merak, istek ve hırs bizi kamçılıyor. Aksi halde böyle bir çalışma mümkün olmaz. Şöyle düşünün; tamamen karanlık bir ortamdasınız ve gözleriniz kapalı. Ama orada bir işleyiş, bir mekanizma var. Biz bunu anlamaya çalışıyoruz.
– Şu andaki çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz?
– İnsanla birlikte diğer memelilerde biyolojik saati anlamaya yönelik çalışmalar yapıyorum. Biliyorsunuz doğada her şey bir ritim içinde çalışıyor. Nefes alış verişimiz de bir ritimdir. Uyku ve uyanıklık süresine baktığınız zaman bir hücre, kaynaklarını rasyonel kullanmak istiyor. Ritim olmazsa, hücre kaynaklarını savurgan biçimde kullanır. Hücre, ertesi gün ne olacağını bilmediği için kaynaklarını 24 saatte en rasyonel şekilde kullanmak istiyor. Organizma o yüzden uykuya geçtiği zaman her şeyi minimize etmek istiyor. Hücre ise bu minimizeyi, bütün genlerin ifadesini belli bir seviyeye çekerek yapabiliyor. Yani vücutta karanlıkta (uykuda) ve aydınlıkta (uyanıklıkta) molekül düzeyde ne oluyor? Bunun fizyolojiye yani hastalığa yansıması nedir? Düzensiz bir uyku sonucu, ileri vadede bağışıklık sisteminin çökmesi, kansere, diyabete ve depresyona yatkınlık artabiliyor.
– Bu hastalıkların tedavisine yönelik ilaçlar üzerine mi çalışıyorsunuz?
– Çalışmamızın iki ayağı var. Biri ritmi bozulmuş bir insanın yaşayabileceği rahatsızlıkları en aza indirecek tedavi için moleküler düzeyde ilaç geliştirme çalışması. İkinci ayağı da, saydığımız hastalıklara sebep olması için saatin, diğer hücrelerle diğer mekanizmalarla bir şekilde haberleşmesi lazım. Yani depresyonu oluşturan genler saatin bozulduğunu nasıl anlıyor? Ya da kanser oluşturan genler saatin bozulduğunu nasıl anlıyor? Anlayabilmeleri için bizim gibi birbiriyle konuşmaları lazım. Kim kimle konuşuyor? Bir kanser oluşturma evresinde saatin bozulduğunu algılayan hangi protein? Bunların belirlenmesiyle ilgili de çalışma yapıyorum.
– Aziz Hoca’nın isimlerinizi telaffuz etmesi sizin için iyi bir referans olabilir mi?
– Aslında siz yaptıklarınızla değerlendiriliyorsunuz. İyi bir bilim insanıyla, iyi bir laboratuvarda çalışmışım. Ama sonuçta benim bağımsız laboratuvarda ne ürettiğim önemli. Çünkü iyi bir laboratuvardan çıkan her bilim insanı iyi şeyler yapamıyor.
– Aziz Hoca’nın tıp alanında alması beklenen Nobel Ödülü’nü sizlerden bekleyebilir miyiz?
– Nobel almak için çalışılmaz. Aziz Hoca da öyle. Ben de öyleyim. Bizdeki merak. Nobel, bu önemli bir çalışma derse güzel.
– İnsanlığa faydalı olmak için çalışırken kendi yaşamınızdan fedakarlık yapıyorsunuz değil mi?
– Aziz Hoca, haftanın altı buçuk günü muntazam olarak çalışır. Sadece cumartesi saat 14:00’den sonra çalışmazdı. Ailesi ve beş arkadaşıyla zaman geçirirdi. Hoca’nın çalışma geleneği bize de geçti. Haftanın hemen hemen her günü ofisime gelmeye çalışıyorum. Çocuklarım olduktan sonra hafta sonları öğleden sonra onlara zaman ayırıyorum. 10 doktora öğrencim var. Hepsinin birer projesi var. TÜBİTAK destekli, Kalkınma Ajansı ve AB fonlarındaki projelerim var.
– Sosyal yaşamınız nasıl? Sinema ve tiyatroya en son ne zaman gittiniz?
– Çok düzenli olmasa da görüştüğümüz arkadaşlar var. 10 yıl içinde tiyatroya hiç gitmedim. Sinemaya da bir kez gittim. Şu an gittiğim filmi hatırlamıyorum. – Bir hobiniz var mı? – Kitap okuyor, müzik dinliyorum. Halen mekanik saatleri tamir etmekten hoşlanıyorum.
– Aziz Hoca ümit oldu. Devamı gelir mi?
– Çalışmak lazım. Bu bir ekip işi. İyi ekip oluşturup, iyi çalışıyorsanız, doğru hipotezleri kurabiliyorsanız ve bunları zamanında test edebiliyorsanız neden olmasın? Aklın yolu birdir. Bilinmeyen problemler ortada, çalışanlar da ortada. Bu problemler konusunda en hızlı cevabı kim sağlarsa potaya girer tabii ki.
– Aziz Hoca’nın yurtdışında olması başarısında bir avantaj mı?
– Aziz Hoca iyi bir bilim insanı. Çalışmayı çok sever. Kafama tek takılan, burada olsaydı çalışmaları için maddi destek bulabilir miydi? Aziz Hoca, kesintisiz son 30 yıldır Amerikan Sağlık Bilimleri Enstitüsü’nden yılda 1 milyon dolar destek alır.
– Biyolojik saat çalışmasında Türkiye’ye Nobel gelir mi?
– Alanda öncü çalışma yapan insanlar belli. Bilim öyle bir şey ki, Nobel verilmeyen önemli çalışmalar da var. Türkiye’den niye Nobel alınmasın? Ama ülke olarak yeterince yatırım yaptığımızı düşünüyorsak, bu ödülü bekleyelim. Yapmıyorsak hayal içine girmeyelim. ABD Sağlık Enstitüsü’nün harcadığı para 30 milyar dolar. Bizim ülkede fonlar iyi ama temel bilime ayrılan miktar 20 milyon dolar.
DENEYİMİZLE KANSERLİ FARELERİN YAŞAM SÜRESİNİ UZATTIK
Doç. Dr. Öztürk ise, biyolojik saatin kanser üzerine etkisi ile ışık tarafından biyolojik saatin düzenlenmesi konusunda çalışıyor. Biyolojik saat ve ritim konularına açıklık getirerek sözlerine başlıyor Öztürk, “İnsandaki biyolojik ritimler, her sabah gün ışığı tarafından yeniden kurularak senkronize kalmayı sağlar. Biyolojik saat; hücrelerdeki biyokimyasal işlemleri, bazı hormonların salınımı ile durdurulmasını, vücut sıcaklığındaki değişimle, DNA hasar tamirinin kapasitesi gibi birçok olayı ritmik olarak düzenler. Bu durumda biyolojik saatteki bozuklukların bazı hastalıklarla ilişkilendirilmesi sürpriz değildir.” Aziz Hoca’nın laboratuvarında altı yıl çalışan Öztürk’ün buradaki test sonucu da önemli: “Biyolojik saat genlerinden biri olan ve Aziz Hoca tarafından keşfedilen Kriptokrom geninin kanser gelişimi ve DNA hasar tamirine etkisi üzerine çalıştım. Kanser geni olan p53’ün neden olduğu kanser türünde fareler altı ay sonra ölüyor. Biz de, Kriptokrom geninin mutasyonunun kanser gelişimine etkisini inceledik. İnceleme sonucunda, Kriptokrom geninin mutasyona uğratılmasıyla, altı aydaki ölümleri daha da uzatarak, farelerin yaşamlarını 1.5 katına çıkardığını tespitledik. Tedavide kullanılan kemoterapötik ajanlardan bazılarının kanser üzerine etkisinin Kriptokrom yokluğunda artış gösterdiğini ve bu yolla kanser gelişimini yavaşlattığını gösterdik.
” BİLİM KÜLTÜRÜ YERLEŞMELİ ”
Nobel almak bir kriter olmamalı. Yurtdışı ve içinde de çok sayıda bilime katkısı olan insanlarımız var” diyen Öztürk, şöyle devam ediyor: “Türkiye’de bilim adamı olmanın en önemli zorluğu araştırma için ayrılan bütçenin yetersizliği. Yurtdışındayken deneylerimde ne gerekiyor ise hiç düşünmeden talep ediyordum ve ertesi gün bu malzemeler elimizde oluyordu. Ancak ürünler çok pahalı olduğu için burada bir ürünü satın alacağınız zaman; “Bu deneyi ne kadar yapmak zorundayım?” diye düşünüyorsunuz. Ayrıca malzemelerin bize ulaşması da ayları buluyor.” Genç bilim adamı yümitsiz değil; “Özellikle TÜBİTAK’ın yaptığı çalışmalar artık meyvesini vermeye başladı. Daha iyiye gidiyor. Ama bu bir süreç. Ayrıca bir bilim kültürü yerleşmeli.”
PAZAR SABAH Nebahat KOÇ 03.01.2016