Ülkemizde bu yıl da, 3-4-5 Aralık tarihlerinde, İstanbul’da dördüncü kez Türkiye İnovasyon Haftası’nı kutluyoruz. İnovasyon Haftası etkinlikleri geçen 3 yılda da olduğu gibi yine Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) tarafından düzenleniyor. TEB, THY, Arçelik, Turkcell ve Sabancı Holding bu etkinliklerde TİM’in işbirliği yaptığı kuruluşlar.
2012 yılından beri gerçekleştirilen bu etkinliğe katılım her yıl katlanarak artıyor. Özellikle gençler etkinlğe büyük ilgi österiyor. İnsanlarımız inovasyon konusundan hem bilgilendiriliyor hem de heyecanlandırılıyor ve heveslendiriliyor. İnsanlarımzın inovasyon konusunda meraklandırılmasına ve özgüvenlerinin artırılmasına, cesaretlendirilmelerine çalışılıyor.
Öte yandan yaratılan bu olumlu imkânlara karşılık gerçekleşen tablo hiç de ümit verici değil. Cornell Üniversitesi, INSEAD ve Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın bir yan kuruluşu olan Dünya Fikri Mülkiyet Organizasyonu tarafından her yıl yayınlanan Global İnovasyon Endeksi’nde 142 ülke arasında Türkiye 68’inci sırada yer alıyor.
Toronto Üniversitesi’ne bağlı bir enstitü tarafından yayınlanan Global Yaratıcılık Endeksi’nde ekonomik gelişmenin 3 bacağı teknoloji, yetenek ve hoşgörü olarak tanımlanmaktadır. Bu endekste Türkiye 82 ülke arasında Ar-Ge yatırımlarında 37’nci, araştırmalarada 44’üncü ve inovasyonda 54’üncü sıra ile teknoloji bacağında 51’inci sırada yer aldı. Bu endekste ülkemizin yetenek bacağındaki yeri 59’uncu sıra, tolerans bacağındaki yeri ise 64’üncü sıra olarak belirlendi.
Yüksek teknoloji şirketlerinin kote olduğu borsa olan NASDAQ’ta Türkiye’de kurulmuş bir tane bile şirketin bulunmaması Türkiye’de inovatif girişimciliğin ne kadar geri durumda olduğunun başka bir göstergesi olarak dikkat çekiyor.
Yine inovasyon konusunda önemli bir gösterge olarak kabul edilen Küresel Rekabet Endeksi’ndeki yerimiz de epey arka sıralarda bulunuyor. Dünya Ekonomik Forumu 2014 yılı endeksinde Türkiye 148 ülke arasında 44’üncü sırada yer alıyor.
Toplam ihracatımız içindeki yüksek teknolojili ürüne ilişkin Türkiye gerçekleri ise çok daha olumsuz bir tablo sergilemektedir.
Bilindiği gibi inovasyon ticarileştirilebilen yenilikler ve farklılaşmalar anlamına geliyor. İnovasyon sonucunda bir ekonomik değerin ortaya çıkması, bir katma değerin yaratılması gerekiyor. Yaratılan katma değer ne kadar büyükse inovasyon da o oranda başarılı olarak kabul ediliyor. Katma değer yaratılamayan yenilikler ise inovasyon kapsamı dışında kalıyor.
Katma değeri yüksek inovasyonlar çokca bir Ar-Ge, bir icat veya keşif gerektiriyor. Fakat yeniliğin, icat veya keşfin ekonomik değere dönüştürülmesinde Ar-Ge, icat ve keşif kadar girişimcilik de önem taşıyor. İnovasyon kuşunun bir kanadını Ar-Ge, icat, keşif gibi yenilikleri gerçekleştiren teknokrat; diğer kanadını da bu yenilikleri ticarileştirip ekonomik değere dönüştüren girişimci olarak adlandırırsak, kuşun uçabilmesi için her iki kanadının da sağlam olması gerekiyor. Kısaca inovasyonun başarısında iki meslek ön plana çıkıyor: teknokratlık ve girişimcilik.
Bu açıdan bakıldığında bilgi toplumunun global ekonomi arenasının dominant meslekleri teknokratlık ve girişimcilik olarak kabul edilmektedir. Bu açıdan sanayi toplumunun dominant üretim faktörleri olan emek ve sermayenin yerini teknokratlık ve girişimcilik veya bu ikisinin bir sonucu olan inovasyon almıştır. İnsanlığın refah seviyesini daha önceki dönemlere göre katbekat artıran sanayi toplumunun dominant oyuncuları, emek ve sermaye, bu başarılarına karşın hep kavgalı olmuşlar, Marx’ın teknolojisiyle antagonist (uzlaşmaz) bir ilişki içinde kalmışlardır. Aynı durumun bilgi toplumunun dominant oyuncuları olan teknokratlar ve girişimciler için geçerli olmayacağını düşünüyoruz. Bu düşünce ile insanlık üçüncü milenyuma girerken çok ümitliydi. Maalesef aradan geçen on beş yıl içinde bu ümidini kaybetmesine neden olan olaylar yaşadı ve yaşıyor. Ama yine de teknokrat ve girişimci arasında sağlam ve sürdürülebilir bir sinerjik bağın, simbiyotik ilişkinin varlığına inancımızı sürdürebiliriz diye düşünüyoruz. Yeter ki bunun gereği olan özgürlükleri, hukuk sistemini, güveni, şeff afl ığı, kısaca bilgi toplumunun paradigmalarını hayata geçirelim ve sürdürelim.
İnovasyon kuşunun iki kanadını, yani teknokratlığı ve girişimciliği aynı insanda buluşturmak imkansız değil ama ender bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Edison gibi, Kristof Kolomb, Steve Jobs ve diğer onlarcası gibi çok başarılı inovasyonlara imza atan iki kanatlı insanlar olsa da, bu durumun nadiren gerçekleştiği bir gerçektir. Bu itibarla inovasyon kuşunun iki kanadının, teknokrat ve girişimcilerin etkin işbirliği, sinerjik ve simbiyotik etki yaratan beraberliği başarı için büyük önem taşımaktadır. Bunun gerçekleştirilebileceği ekosistemin oluşturulması; finansal, mentorluk ve altyapı şartlarının oluşturulması büyük önem taşımaktadır. Teknokratlığın bir meslek olarak eğitimi vardır. Bunun için gerekli mesleki standartlar belirlenmiştir. Kısaca teknokratlık bilgi toplumuna sanayi toplumunun oluşturduğu profesyonel bir meslek olarak geldi. Ama aynı durum girişimcilik için henüz geçerli değil. Sanayi toplumu profesyonel yöneticiliği meslekleştirdi ama girişimciliği değil. Bunu şimdi bilgi toplumu gerçekleştrimeye çalışıyor. Herhalde bunun için daha bir dört beş yıl gerekecek. Bu nedenle teknokrat girişimci ilişkisinde kendini kanıtlamış duayen girişimcilerin devreye sokulması önem kazanıyor. Teknokrat girişimci işbirliğine sadece sermaye sağlayan melek yatırımcılar yanında, yatırımcı meleği olarak adlandırabileceğimiz kendini kanıtlamış duayen girişimcilerin de teknokrat girişimci işbirliğinde devreye sokulması gerekiyor. Kurumsallaşmış büyük işletmelerimizin teknogirişimci adaylarıyla tedarikçi ilişkisine girmelerinin çok yararlı olacağını düşünüyoruz.
TİM’i ve onunla işbirliği içinde Türkiye İnovasyon Haftası’nı düzenleyen TEB, THY, Turkcell, Arçelik ve Sabancı Holding’i bu başarılı etkinlikten dolayı kutluyoruz. Hakikaten inovasyon konusunun toplum gündemine oturmasında, insanlarımızın ve gençlerimizin konuya ilişkin heyecanlandırılmasında, meraklandırılmasında ve heveslendirilmesinde bu etkinliğin çok yararlı olacağı muhakkak.
Ama önemli olan sonuç. Konuyu dünya örnekleri ve ülkemiz tecrübeleri ışığında daha yoğun bir şekilde değerlendirerek tartışmamız gerekiyor.
DÜNYA Tamer MÜFTÜOĞLU 04.12.2015