Dünyada yükseköğretimin tarihsel gelişimine baktığımızda 18’inci yüzyıla kadar var olan üniversiteleri skolastik düşünce temelinde ve yalnızca eğitim veren birinci kuşak üniversiteler olarak görüyoruz.
Bu tarihlerde yaşanan bilimsel gelişmeler ve aydınlanma süreciyle ikinci kuşak diye tanımladığımız ve eğitimin yanı sıra araştırma faaliyetlerinde de bulunan üniversite modeli ortaya çıkıyor. Bugünlerde ise dünyada yükseköğretimde yeni bir paradigma değişikliği söz konusu ve bu bağlamda 21’inci yüzyıl üçüncü kuşak üniversiteye geçiş periyodu olarak gösteriliyor.
İkinci ve üçüncü kuşak üniversitelerinin ayırt edici özellikleri ile Türkiye’deki yükseköğretim sisteminin bu geçiş sürecindeki yeri nedir, diye baktığımızda ise karşımıza karmaşık bir tablo ortaya çıkıyor. Dünyada 1700’lü yıllarda yaşanan ikinci kuşak üniversiteye geçiş süreci ne yazık ki ülkemizde büyük ölçüde 1980 sonrası YÖK’ün kurulmasıyla birlikte başladı. YÖK öncesi belki birkaç üniversiteyle sınırlı olan araştırma kültürü giderek yaygınlaşmaya ve araştırma yapıp bundan çıkan sonuçların yayına dönüştürülmesi fikri üniversiteler için bir hedef olmaya başladı. YÖK, TÜBİTAK ve URAP gibi yapılar makale, atıf ve doktora öğrencisi sayısı gibi unsurları ön plana çıkararak üniversiteleri sıralamaya ve dolayısıyla üniversitelere bir hedef belirlemeye gayret etti. Bu zihinsel dönüşüm ve çabaların sonucu olarak Türkiye, dünya yayın sıralamalarında üst dilimlerde yer almaya başladı. Türk üniversiteleri tüm finansal kısıtlarına rağmen uluslararası sıralamalarda ilk 500 içerisinde kendilerine yer buldu. Bir başka deyişle, Türkiye’de birinci kuşak üniversiteden ikinci kuşak üniversiteye geçiş süreci dünyadaki benzer geçişten yaklaşık üç yüzyıl sonra gerçekleşti.
Artık oluşan şirket ve alınan patentler ön planda
Oysa bugünlerde gelişmiş ülke üniversitelerinde üçüncü kuşağa geçiş aşamaları tartışılıyor. Kendi içine kapalı, bir ölçüde bağımsız hareket eden, araştırma sonuçlarını yalnızca bilimsel dergilerde yayınlamakla yetinen ikinci kuşak üniversitelerin yerini artık ürettiği bilgiyi doğrudan faydaya dönüştürme yeteneğine sahip, ulusal ve uluslararası ortaklıklar kurabilen, dışarıya açık üçüncü kuşak üniversiteler alıyor. Bu üniversitelerde öğretim üyelerinin şirket kurmaları artık yasak değil. Aksine gerek öğrencilerin gerekse akademisyenlerin ürettikleri bilgiyi patente, lisansa ya da faydalı ürüne dönüştürmek üzere şirket kurmaları üniversite tarafından destekleniyor. Üniversite kurulan bu şirketlere ortak olup ortaya kazan-kazan modelleri çıkarıyor. Sanayi işbirlikleri, teknoparklar, kuluçka merkezleri, uluslararası ortaklıklar ön planda yer alıyor ve üniversite artık yaptığı yayın sayısı veya aldığı atıf sayısıyla değil, kampus çevresinde oluşan şirket ve alınan patent sayısıyla, öğrenci ve mensuplarının kurdukları şirketlerin cirolarıyla övünür hale geliyor. Yapılan üniversite sıralamalarında artık bu unsurlar ön plana çıkıyor.
Türkiye Girişimcilik Endeksi üçüncü kuşağı hedef olarak gösteriyor
Burada ilginç olan husus ise Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın uygulamaya koyduğu Türkiye Girişimcilik Endeksi. Bakanlık, bu endeks doğrultusunda yaptığı sıralamayla, üniversitelerimize üçüncü kuşağa geçişi bir hedef olarak koyuyor, çünkü bakanlığın endeksinde yayın ve araştırmanın ağırlığı yalnızca yüzde 20 mertebesindeyken fikri mülkiyet havuzu, işbirlikleri ve etkileşimler, girişimcilik ve yenilikçilik kültürü ile ekonomik katkı ve ticarileşme boyutları yüzde 80 ağırlık kazanıyor. Konunun ilginçliği ise bu hedefin, bir diğer deyişle üçüncü kuşak üniversite modeline geçişin, mevcut YÖK yasası ve uygulamalarıyla bir ölçüde çelişiyor olmasından kaynaklanıyor. Bu bağlamda, Türk yükseköğretiminde etkin olan aktörler, bakanlıklar, YÖK, TÜBİTAK gibi kurumlar, URAP gibi oluşumlar ve bizzat üniversiteler, belki bir ayrışmaya da giderek, hedeflerini belirlemek ve gerekli düzenlemeleri yapmak durumunda. Ülkemizde üretilen bilginin yarara dönüşmesi ve Türkiye’nin bölgesinde daha etkin bir konuma gelmesi için üniversitelerin bu açılımı gözden kaçırmamaları gerektiğini düşünüyorum.
HÜRRİYET Prof. Dr. Yıldırım ÜÇTUĞ 26.11.2015