TÜRKİYE’de eğitimi tartışmaya ve bizde eğitimin ne kadar kötü olduğunu konuşmaya toplumun yediden yetmişe tamamı katılıyor.
Ama ne zaman, ‘Bunu değiştirmek lazım’ dense, eleştirirken mangalda kül bırakmayan kalabalıklar birdenbire ‘Aman dokunma’ demeye, değişim ihtimaline bile direnmeye başlıyor.
Oysa her şey iyi olsa, zaten eğitimi tartışmak da gerekmezdi. Kötü giden bir şeyi değiştirmek için yollar aramayacağız da ne yapacağız?
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü OECD’nin meşhur PISA sınavı hakkında çok yazdım. En sonuncusu 2012’de yapılan ve dünyanın dört bir yanından 15 yaşındaki çocukların katıldığı bu sınavda bizim çocuklarımız hiç de iyi bir sırada değiller.
Bu sınav biliyorsunuz üç alanda yapılıyor: 1. Kendi anadilini anlama ve kendini bu dilde ifade etme becerisi. 2. Matematik. 3. Fen.
Bu üç temel alanın üçünde de çocuklarımızın aldığı sonuçlar OECD ülkelerinin çocuklarının ortalama başarısının hayli altında.
PISA’nın ölçümlerinin gerçeği yansıttığını biliyoruz; çünkü 12. sınıfı bitirip liseden mezun ettiğimiz çocuklarımızın neredeyse tamamı üniversite sınavının ilk basamağı olan YGS’ye giriyor.
Bakın, 2015’te YGS’ye 856 bin 159 çocuğumuz girdi. PISA’nın ölçtüğü üç temel alanda sorulan 40’ar soruya bu çocuklarımız Türkçede ortalama 15.9, temel matematikte ortalama 5.4 ve fende ortalama 4.6 doğru cevap verdi.
Evet, fen sınavında 40 sorudan sadece 4.6’sını doğru cevapladı çocuklarımız ortalama olarak.
Fen ve matematikteki berbat ötesi sonuçları bir an için kenara bırakalım, Türkçe sınavına bakalım. Bizim liseden mezun ettiğimiz çocuklarımızın ezici bir çoğunluğu, kendi anadillerinde yazılmış metinleri anlayamıyor, kendilerini kendi dillerinde ifade etmeyi başaramıyor.
Bu çocuklar uzayda yetişmiyor. Onlar 12 yıl boyunca Milli Eğitim Bakanlığı’nın işlettiği okullarda, bu bakanlık tarafından yeterli bulunup işe alınmış öğretmenlerin yönetiminde ‘eğitim’den geçiyor.
Şimdi gelelim esas üzücü duruma; öğretmenlerimizin sınav performanslarına bir bakalım.
Geçen gün yazdım, Milli Eğitim Bakanlığı son yıllarda öğretmenlik mesleğine giriş için ilgili üniversiteden mezun olmayı yeterli bulmuyor, adaylara ÖSYM aracılığıyla bir sınav da yapıyor. Bu sınav, her öğretmen adayının kendi öğretmenlik alanındaki bilgisini/yeterliliğini ölçmek için yapılıyor.2014 yılında Türkçe öğretmeni olmak için 15 bin 207 aday sınava girmiş ve bunlar kendilerine sorulan 50 soruya ortalama olarak 32.345 doğru cevap vermişler.İlkokul matematik öğretmenliği için 6 bin 614 aday sınava girmiş; 50 soruya ancak 20.135 doğru cevap ortalaması elde edilmiş.
Türk dili ve edebiyatı öğretmenliği için 23 bin 640 aday sınava girmiş; 50 soruya ortalama 21.196 doğru cevap alınmış.
Lise matematik öğretmenliği için 17 bin 919 aday sınava girmiş, 50 soruda ortalama doğru cevap 16.676.
Eğitim, ‘Ne ekersen onu biçersin’ sözünün doğrulandığı bir alan.
Kötü eğitimden geçmiş öğrenciler, becerisi ve bilgisi sınırlı öğretmenler oluyor; o öğretmenlerin yetiştirdiği öğrenciler bir kademe daha aşağıya düşüyor ve bu böyle sürüp gidiyor.Bu gidişe dur demenin bir tane yolu var: Öğretmen kalitemizi yükseltmek.
Kötü öğrenci yoktur, öğretemeyen öğretmen vardır
ÇARŞAMBA günkü yazımda yazdım; eğitimizin ana sorunu eşitsizlik. Az sayıda iyi eğitimliye karşılık bir miktar vasat eğitimli ve çok sayıda kötü eğitimli çocuk mezun ediyoruz liselerimizden.
Eşitsizliği gidermek için iyi eğitimlilerin sayısını çok ama çok arttırabilmeliyiz. Bunun için öğretmen kalitemizi yükselterek işe başlamalıyız.
Bunlar hep bilinen şeyler; konuşulan şeyler.
Ama bir de konuşulmayan var.Bizim bu işe şöyle bir mutlak ön kabulle, hatta dogma ile başlamamız lazım:
Kötü öğrenci diye bir şey yoktur, ona öğretemeyen öğretmen vardır.Dünyanın bütün eğitim sistemlerinde sistemin kilidi de anahtarı da öğretmenlerdir.
Tıbbi sebeplerle öğrenme güçlüğü çekenler dışında bütün çocuklarımız eşit derecede öğrenmeye yatkındır.Bu basit gerçeği kafamıza kazımalıyız.
HÜRRİYET İsmet BERKAN 20.11.2015