Prof. Dr. Erhan Erkut: Ülkede ciddi bir eğitim seferberliği gerekiyor

0

MEF Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Erhan Erkut, “Türkiye’deki eğitim sistemini değiştirmek istiyorsanız, üzülerek söylüyorum, sınav sistemini değiştirmeniz lazım. Ciddi bir eğitim seferberliği gerekiyor ülkede” dedi

Türkiye’de eğitim, yetkinlik gelişimi, girişimcilik denildiğinde akla ilk gelen isimdir Prof. Dr. Erhan Erkut. Özyeğin Üniversitesi Rektörlüğü’nün ardından 2014’ten beri MEF Üniversitesi Rektör Yardımcılığı yapan Erkut’la yetişkinlerin eğitimini ve sınavları konuştuk. OECD’nin Yetişkin Becerileri Araştırması’nda (PIAAC) Türkiye’nin sonuncu olduğunu söyleyen Erkut, “PISA fotoğrafını, röntgenini çekiyorsa, bu toplumun MR’ını çekiyor. Ve MR diyor ki Türkiye’de çok büyük bir problem var. Ve bu problemi bir tek iktidara, 10 yıllık döneme bağlayamazsın” dedi. Ekonomik zenginliğimiz kadar bile eğitimde iyi olmadığımızın altını çizen Erkut, “Yani eğitime koyduğumuz parayı kaliteye çeviremiyoruz ve bu insan gücüyle 2023’te dünyanın ilk 10 ekonomisine girmekten bahsediyoruz. İlk 20 ekonomisinde kalmamız büyük başarı olur bence” dedi. “Türkiye’deki eğitim sistemini değiştirmek istiyorsanız, üzülerek söylüyorum, sınav sistemini değiştirmeniz lazım” diyen Erkut’a göre, ciddi bir eğitim seferberliği gerekiyor ülkede…

En çok çocukların girdiği PISA sınavını konuşuyoruz ama bir de yetişkinlerin becerilerinin ölçüldüğü PIAAC var. Orada ne durumdayız?
PISA sınavının üzerinde bütün ülkeler çok duruyor ama en az bunun kadar önemli bir sınav daha yapıyor OECD. Bu da Yetişkin Becerileri Araştırması (PIAAC) deniyor buna. Yetişkinlere yapıyorlar bu sınavı. İçerik olarak PISA’ya çok benziyor. Sözel, sayısal beceriler test ediliyor. Bir de bilgisayar kullanarak problem çözme becerileri test ediliyor. Burada 16-24, 25-34 ve 35-44 yaş aralığındaki insanlara veriliyor bu sınav. PISA sadece 15 yaşa veriliyor. PISA’yı bir fotoğraf çekilmesi gibi düşünebilirsiniz. Ama bu PIAAC çok daha uzun, 30 yılda eğitimin ne seviyede olduğunu ölçüyor. Ülkenin ekonomik hazırlığının ölçüsü aslında. Ülkedeki refahın da bir ölçüsü olarak da düşünülebilir. Çünkü insan gücünün, insan kaynağının kalitesini ölçüyor. Şimdi bu sınavda da sonuçlara göre 1, 2, 3, 4, 5 ve 6’ıncı seviyeye yerleşebiliyorsunuz. Ve burada bizim puanlarımız oldukça düşük. Ben burada özellikle en üst düzeye çıkabilen Türk sayısını merak ettim.

160-170 KİŞİDEN BİR KİŞİNİN SÖZEL BECERİSİ YÜKSEK

Yüzde kaçı çıkabiliyor?
PISA’da matematikte en üst düzeye çıkan öğrenci sayımız sıfıra düşmüştü geçen yıl. Bunu çok kaygı verici olarak görmüştüm. Bu puanın geriye düşmesinden daha kötü bir şey bence en üst düzeye çıkan öğrenci sayısının azalması. Çünkü onlar senin geleceğin bilim insanları. Ya da girişimcileri, ekonomi ya da siyasi liderleri. Bu PIAAC’ta da sadece altıncı düzeye çıkan Türk oranına baktım. Ve bunu OECD’nin altıncı düzeyine çıkabilen oranıyla kıyasladım. Okuduğunu çok rahat anlayabilen, nispeten ağır metinleri okuyabilen, tarih, felsefe gibi konularda bir şey anlatabilecek olan, söyleyeceğini doğru düzgün söyleyebilen yani sözel becerileri en üst düzeye çıkma oranı OECD’de yüzde 11.1 iken, Türkiye’de 0.6 bu… Yani 16-24 yaş grubundan 160-170 kişiden sadece bir tanesi üst düzey sözel becerilere sahip. Bunlar şuanda üniversite ve lisede olan öğrenciler.

SOSYAL BECERİLERDE EN ÜST DÜZEYE ÇIKAN 26 KİŞİDEN SADECE BİRİ TÜRK

Peki bir üst düzey, 25-34, yani üniversiteyi bitirmiş olanlar?
OECD’de yüzde 15’e çıkıyor. Türkiye’de yüzde 1. Yani 100 kişiden bir tanesi. Bir üst yaş grubu, 35-44, Türkiye’de yüzde yarım. Yani şuan Türkiye’yi yönetenlerin bulunduğu grupta 200 kişiden sadece bir tanesi sözel becerilerde altıncı seviyeye çıkabilmişken, OECD’de bu oran 13.3. 200 kişide 26, 27 OECD üyesi en üst düzeyde. Sadece bir Türk var bunların arasında. Düşünebiliyor musunuz? Çok acı bir şey.

EKONOMİK ZENGİNLİĞİMİZ KADAR BİLE EĞİTİMDE İYİ DEĞİLİZ

Sayısal becerilerde durum nasıl?
Sayısal beceriler de farklı değil, yüzde 1, yüzde 2 arasında kalıyoruz. OECD yine yüzde 10 ile yüzde 15 arasında. Teknoloji yoğun ortamda problem çözme becerilerinde OECD yine yüzde 6-8 arasındayken, biz yine yüzde 1’ler seviyesinde geziyoruz. Ve üç farklı yaş grubunda üç farklı sınav cinsinde dokuz kategorinin tamamında OECD’de sonuncuyuz. Bizden aşağıda OECD ülkesi yok. Tamam OECD’de genelde zengin ülkeler var. Ama Şili de var, Meksika da var. Nispeten daha yeni bağımsızlığına kavuşmuş Avrupa ülkeleri de var. Yani sondan üçüncü dördüncü olmamız bence çok ağrımıza gitmemeli. Bunu beklemeliyiz. Çünkü ekonomik büyüklük olarak zenginlik olarak da zaten sondan üçüncü, dördüncüyüz ama bu sonuçlar sonuncu. Bildiğin sonuncu. Yani biz ekonomik zenginliğimiz kadar bile eğitimde iyi değiliz. Yani Eğitime koyduğumuz parayı kaliteye çeviremiyoruz ve bu insan gücüyle 2023’te dünyanın ilk 10 ekonomisine girmekten bahsediyoruz. İlk 20 ekonomisinde kalmamız büyük başarı olur bence.

Bu çalışmayı pek konuşmadık üstelik…
Bu sınavın PISA kadar dikkat çekmemesi benim çok garibime gitti. PISA fotoğrafını, röntgenini çekiyorsa, bu toplumun MR’ını çekiyor. Ve MR diyor ki Türkiye’de çok büyük bir problem var. Ve bu problemi bir tek iktidara bağlayamazsın. Bir tek 10 yıllık döneme bağlayamazsın. Şimdi herşeyi ülkede AKP iktidarına bağlamak moda. Ancak AKP 17 yıldır ülkeyi yönetiyor. Yani 35-44 yaş grubunun eğitimdeki bu başarısızlığının AKP ile uzaktan yakından alakası yok.

HİÇBİR ZAMAN DÜŞÜNEN YARATICI OLAN BİREYLER YETİŞTİRMEYE ÇALIŞMADIK

Nerede yanlış yapıldı peki?
Çünkü eğitim sistemimiz hiçbir zaman iyi değildi. Düşünen, yaratıcı olan inisiyatif alabilen, problem çözebilen bireyler yetiştirmeye çalışmadık. Biz hep eğitimi devleti desteklemede, ulus devlet inşasında kullandık. Eğitime hep bir görev biçtik, hep bir rol belirledik ve eğitim hep bir ideolojiye hizmet etti. Ve ideoloji değişince eğitim değişti ama kalitesizlik değişmedi.

Nasıl çözülür?
İdeolojiden bağımsız bir eğitim sistemi eğer mümkünse, bunun da mümkün olup olmadığı tartışılıyor, daha insan odaklı, bireyi mutluğa, başarıya refaha götürecek bir eğitim sistemi kurgulamamız gerekiyor. Bunun için de özgürlükler çok önemli. Öğrencinin düşündüğünü söyleyebilmesi, kendi kendine problem çözme becerisini geliştirebilmesi çok önemli. Öğrenciye müfredata bağlı içerik nakli çalışmak yerine, öğrenciyi merkeze alan ve öğrencinin kendi kendine öğrenebileceği ortamlar kurgulamamız gerekiyor. Eğitimdeki en büyük problem bu; içerik nakliyle eğitim vermeye çalışıyoruz. Vaaz veriyoruz sınıfta. Öğrenciyi daha rahat bırakmamız lazım. Proje bazlı öğrenci odaklı, öğrencinin kendi seçebileceği alanlarda, kendi ilgilendiği problemleri çözebileceği ortamlar tasarlamamız gerekiyor.

CİDDİ BİR EĞİTİM SEFERBERLİĞİ GEREKİYOR

Bunun için öğretmen kadromuzun eğitime bakış açısının temelden değişmesi gerekiyor. Öğretmen kadrosunun yeniden eğitilmesi gerekiyor. Bu becerileri en üst düzeye çıkamayan iş gücünün yeniden eğitilmesi gerekiyor. Ciddi bir eğitim seferberliği gerekiyor ülkede. Hem öğretmenlerin yeniden eğitilmesi hem de bu şu anda ‘üniversite mezunu oldum, eğitimim bitti’ diye düşünen insanların yeniden eğitilmesi gerekiyor. Ama ben böyle bir ihtimal göremiyorum maalesef. Çünkü bunun ne kadar acil olduğunun kimse farkında değil. Hiçbir zaman eğitim bu ülkede tepeye yerleşemiyor. Hiçbir seçimde eğitim konuşulmuyor. Hiçbir iktidar geldiğinde “Benim bir numaralı işim eğitimin kalitesini yükseltmektir” demiyor. Hiçbir iktidar eğitim konusunda devrimci atılımlar göstermiyor. Ve kenardan köşeden müfredatı biraz değiştirerek, yeni okul yaparak veya okullaşma oranını artırarak eğitim sisteminin reforme olmasını beklemek bana biraz safça geliyor. Okullaşma oranını artır, yüzde 10 daha içeri al. İçeride ne yapıyorsun? Okullaşma oranının 80’den 90’a çıkması iyi bir şey mi? Bence o kadar da önemli değil o. Çünkü içeride bir şey yapamıyoruz, çocuğa dokunamıyoruz. İçeride çocuğa ciddi katkımız olmuyor. Biz çocuklara hala teknoloji yoğun ortamlarda akıllı yaratıcı, akıllı tasarlayıcı olma yoluna sokamadık. Hala çocuğa bir şeyler anlatmaya çalışıyoruz. Çocuğun teknolojide pasif kullanıcı olduğunu görüyoruz. Aktif kullanıcı olması için gereken değişimi sağlayamıyoruz.

İÇERİK ÜRETMİYORUZ

Aktif kullanıcı olması için ne yapılmalı?
Yani çocuğun aktif kullanıcı olması için en basitinden içerik üretmesi gerekiyor. Biz tamamen içerik tüketen bir toplumuz. Gece gündüz video izliyoruz, yazı okuyoruz, ya da birbirimize fotoğraf gönderiyoruz. Blog yazısı yazsın çocuklar, lisede biz kompozisyon yazardık. Şimdi blogda yazalım. Vlog yapalım. Yani Video blogu çeksin öğrenci, içerik üretsin. Kod yazmayı öğrensin. Kodu yazabilmek için analitik düşünmeyi, problem çözmeyi öğrensin. Öğretmenin bile bilmediği problemler getirsin sınıfa ve o problemin nasıl çözüleceği üzerine saatlerce tartışılsın. Ama işte bunu yaparsak, müfredat yetişmez gibi sudan eğitimle alakası olmayan kaygılar var.

ÜNİVERSİTEYE GİRİŞ SIRALAMASIYLA ÜNİVERSİTEDEKİ NOT ORTALAMASI ARASINDA KORELASYON YOK

Bu arada Türkiye’de sınava dayalı eğitim sistemi var. Öyle ki özel okullar her yıl öğrencilerine sınıf belirleme sınavı yapıyor. Çocuk okula bile sınavla başlıyor… Bu da eğitimin önündeki en büyük engel değil midir? Doğru bir yöntem midir?
Bulunduğum bütün üniversitelerde, Türkiye’de verilen sınavın, bırakın hayat başarısını üniversite başarısını ölçmediğini nümerik olarak gösterdim. Öğrencinin üniversiteye girdiği sıralamasıyla üniversitedeki not ortalaması arasında korelasyon yok. Neredeyse hiç yok. 0,5 0,15 seviyelerde. Yani çocuğun sınavdaki başarısı, üniversitedeki başarısının yüzde 5’i, 10’unu 15’ini açıklıyor ancak. Yani sıralama fiksasyonu olan bir ülkeyiz. Çünkü eğitim kurumlarımızın arasında çok büyük kalite farklılıkları var. Herkes en iyisine gitmek istiyor. Onun için de bir sıralama gerekiyor. Bu sıralamayı da maalesef en kötü sınav biçimi olan çoktan seçmeli sınavla yapıyoruz. Çoktan seçmeli sınavın 20’nin üzerinde zararı var. Okulun öğrenci seçmesinden tutun da öğrencinin hayatı çoktan seçmeli sınavlar zinciri olarak algılamasına, muğlaklıkla baş edememesine, yaratıcılığının tamamen öldürülmesine kadar bir sürü sorun getiriyor. Sadece bu da değil. Beraber çalışmayı da öldürüyor sınav. Duygusal zekayı da geriletiyor.

ÇOKTAN SEÇMELİ SINAV ÇOCUKLARI KÖRELTİYOR

Dünya Ekonomik Forumu’nun 21. yüzyılda öne çıkan beceriler dediği şeyler arasında; takım çalışması, duygusal zeka, başkalarını yönetmek var. Siz bireysel bazda çoktan seçmeli sınavla insanları test ederseniz bu becerilerin hiçbir gelişmez. Tam tersine körelir. İlkokula başladıklarında çocukların hepsinde empati de, duygusal zeka da takım çalışmasına yatkınlık var. Bunlar yavaş yavaş köreltiliyor. Herkesin kendi başına mücadele ettiği yeni bir dünya tanımlanıyor çocuğa. Ve Bu dünyada da en iyi yarış atı olması gerektiği anlatılıyor. Bunun için çok fazla sayıda soru çözmesi, özel ders alması gerektiği söyleniyor. Hayattaki başarıyla üniversite veya lisedeki başarıyla alakası olmayan bir sınav için çocuğun hayatı söndürülüyor.

EĞİTİM SİSTEMİNİ DEĞİŞTİRMEK İÇİN SINAV SİSTEMİNİ DEĞİŞTİRMEK GEREKİYOR

Burada sorumlu kim? Anne babalar mı, eğitim sistemi mi?
Burada bir numaralı sorumlu anne babalar gibi görünse de onlar kendilerini sisteme teslim etmiş durumdalar. Dolayısıyla anne babaların böyle davranmasını eleştiremiyorsunuz, çünkü onlar bu şekilde davranırlarsa ancak çocuklarının başarılı olabileceği yanılgısı içindeler. Dolayısıyla Türkiye’deki eğitim sistemini değiştirmek istiyorsanız, üzülerek söylüyorum, sınav sistemini değiştirmeniz lazım. Bütün eğitim sistemi sınava endeksli bir şekilde kendini yeniden yaratıyor. Çoktan seçmeli sınav yerine PISA’vari, açık uçluyla çoktan seçmeli karışık veya çok fazla seçenek arasından seçmeli soru türü getirdiğinizde o zaman bizim eğitim sistemi şu an ki sınav fiksasyonundan kurtulacak, gerçek hayata çok daha yakın olan PISA sınavına hazırlamaya çalışacak çocukları. Bunu yaparken de aslında daha iyi bir eğitim verecek. Çünkü orada takım çalışması da destekleniyor, öğrencinin belirsizliklerle baş etmesi de destekleniyor. Böylece öğrenci biraz daha 21. yüzyıla hazır bir şekilde yetiştirilecek. Dolayısıyla bugün bakanın ilk yapması gereken sınav sistemini değiştirmek ki eğitim sisteminin gerisi hizaya girsin. Sınavı değiştirmeden, konuşarak eğitim sistemini olması gerektiği yönde evirmek mümkün değil.

Akşamları dizi izleyen, kitap okumayan bir toplum olduk… Yetişkinler kendileri için ne yapabilir peki?
Yuval Noah Harari, Homodeus kitabında iş bulamayacak, iş bulma şansı olmayanlar için ‘işlevsizler’ dediği bir grup var. Biz de çok hızlı bir şekilde çok işlevsiz kültesi yetiştiriyoruz. Ve tam bir tüketen ve işçi olarak çalışan toplum olmaya yöneldik. Yetişkinler kendileri bilir, eğer kendilerini yeniden kurgulamak, yeniden eğitmek istemiyorlarsa, o zaman sürekli tüketmek zorunda olacaklar ve başkaları için son derece düşük ücretlerle çalışanlardan oluşan bir toplumun üyesi olacaklar. Yani kriz aslında bir fırsattır. İşinizi kaybettiğinizse eğer, kendinizi yeniden yaratmanız, eğitmeniz gerekiyor. Bakacaksınız 21. yüzyıl becerileri neler? Şirketler neler istiyor? En basiti yabancı dil. Türkiye hala İngilizce özürlü bir memleket. Şu İngilizceyi oturun öğrenin bir zahmet. Ondan sonra teknoloji okur-yazarı olmak. Ama sadece whatsapp kullanmak değil, kodlama öğrenmek, akıllı araştırma yapmak, bilgiye ulaşmayı bilmekten bahsediyorum. İnsanlar dizi izlemeyi bırakıp, hiç olmazsa dokümanter izlesinler. Bir zahmet kitap okusunlar. Hele şu anda işsiz kaldınsa hafta bir kitap çok rahat okuyabilirler. Yani ne tür kitaplar okuyacağın da o kadar net ki, dünyanın nereye gittiğini anlatan insanlar var; Malcolm Gladwell var, Daniel Pink var, Daron Acemoğlu var, Daniel Kahneman var. Açıp bu adamların kitaplarını okusunlar. Bu kitaplar zaten ne tarafa doğru evrilmek gerektiğini de anlatıyor. Ondan sonra da bir zahmet kurslara gitsinler. Her şeyi de kendi kendilerine yapmaları gerekmiyor. Mesela üniversitelerin yetişkinler için sürekli eğitim merkezleri var. Veya hayat okulu diye bir kurum var. Gidip oradan hayat dersleri alıp, duygusal zekalarını geliştirmeye çalışsınlar. Özgüvenini yükseltmeye, özyönlendirme, takım çalışması becerilerini, problem çözme yetkinliklerini geliştirmeye çalışmalılar. Bir de bir zahmet lütfen memuriyet aramasınlar, kendi işlerini kurmayı düşünsünler. Yani herkese maaşlı iş verecek bir potansiyeli yok Türkiye’nin. Ne devletin ne de özel sektörün. Çok daha kötüsünü göreceğiz. Ekim, Kasım Aralık’ın çok daha karanlık geçeceğini düşünüyorum. Önümüzdeki altı ayın Türkiye için çok ilginç olacağını düşünüyorum. Çok can yanacak. Ama ondan ötesine bakmak zorundayız. Çünkü 90 sene, 100 sene yaşacağız. Tamam, birkaç gün depresyona girdin, bağırdın çağırdın ama ondan sonra kabullenmen gerekiyor. İkinci faza, üçüncü faza geçmek gerekiyor. Ondan sonra ne yapacağının planını yapmak gerekiyor.

DİPLOMALARIN RAF ÖMRÜ BEŞ YIL

Çok net söylüyorum; kendisini yeniden eğitmesi gerekiyor yetişkinlerin. Çünkü zaten aldıkları eğitimin raf ömrü beş yıldı, ondan sonra kendilerini doğru dürüst yenilemedilerse eğer, her yıl 8-10 tane kitap okumadılarsa, her yıl en az 2-3 hafta sürekli eğitime gitmedilerse, zaten o diplomaların raf ömrü bitti. Kendilerini şu anda yeniden eğitmeleri gerekiyor. Bunun büyük bir kısmını ücretsiz yapabilirler, bir kısmını da sertifikalandırarak yapabilirler. Eğer İngilizce biliyorlarsa youdemi’den dersler, paketler satın alıp, kodlama öğrenebilirler. Büyük veri analitiği öğrenebilirler. Coursera’dan edx’ten bedava ders alabilirler. Söylediğim şeyler insanların yapmak istemediği şeyler, rahatsızlık veriyor. Çünkü efor sarfetmeleri gerekiyor. Ama efor sarf etmeden 21. yüzyılda ekmek yok. Dolayısıyla bunu yapmaya mecburlar. Zaten hoşlandıkları bir şeyi keşfettikleri zaman, o kadar da zor, acılı olmadığını keyifle yaptıklarını görecekler. Hayattan aldıkları zevk de artacak, mutluluk seviyeleri de yükselecek. Yani bu fasit dairenin içinden çıkabilmek çok önemli ve değerli. Onun da yolu yine kendini bu bilgi okyanusuna atmak ve yeniden eğitmek.

SÖZCÜ 02.10.2018

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here