Türkiye’nin en büyük sentetik DNA üreticisi Pınar Akalın

0

Lisede okuldan atıldı, Amerika’ya turizm okumaya gitti, 30 yaşında bilim kadını olmaya karar verdi. Türkiye’nin geniş skalada sentetik DNA üreten ilk şirketi oldu, Türkiye’nin sentetik DNA ithalatını düşürdü. 5 Aralık’ta düzenlenen “İş’te Kadın Zirvesi”nde Cumhurbaşkanı’ndan ödül alan 10 kadından biri Pınar Akalın oldu.

Pınar Akalın DNA uzmanı. Türkiye’nin ilk geniş skalada sentetik DNA şirketi üreten kişisi. Çok ilginç bir hayat hikayesi var. “Azmin diğer adıyım” diyor kendini anlatırken, gerçekten de doğru özetliyor. “Çok akıllı olduğumdan değil uğraşmaktan vazgeçmediğimden beceriyorum, başarıyorum. Herkesten önce kendime güvenirim, sağlığım yerinde oldukça altından kalkamayacağım bir şey yoktur, diye düşünüyorum” diyen Pınar Akalın’ın hem eğitim hayatı hem de girişimciliği tam bir ilham konusu!

LİSEDEN ATILDI
Sentromer DNA Teknolojileri’nin kurucusu Pınar Akalın Ankara’da doğup büyüdü. Ortaokula başlarken babası “Ailede liseyi bitirmiş kadın pek yok, muhtemelen Pınar da bitiremeyecek, hiç olmazsa bir yabancı dil öğrensin, iş bulması kolay olur” diye Pınar Akalın’ı Fransız okuluna gönderdi. Gittiği okul o zamanlar Türkiye MEB tarafından tanınmıyordu, bitirdiğinde Türkiye’de üniversiteye devam edemeyecekti. Ancak, Pınar Akalın Lise 2’de okuldan atıldı! O günleri anlatırken, “Kötü bir öğrenci olduğumdan değil, Fransızca’da dilbilgisi özellikle yazılı çok zordur, iki yıl üstüste herhangi bir dersten düşük not alınca devam ettirilmesini tavsiye etmiyorlardı. Çok üzgündüm, yaşıtlarım okula gidiyordu, bense ortaokulum da kabul edilmediğinden ilkokul mezunu olarak ortada kalakalmıştım. Diploma Fransa’ya gitti geldi binbir dilekçe filan sonunda Milli Eğitim Bakanlığı’na orta okulu kabul ettirmeyi başardık” diye anlatıyor.

TAKSİ ŞOFÖRLÜĞÜ YAPTI
Fransızcası sayesinde genç yaşında Tunus Büyükelçiliği’nde iş bulur Pınar Akalın. Daha sonrasında ise aile işi turizm sektöründe çalışmak üzere Datça’ya gider. Yazları Datça, kışları İstanbul turizm sektöründe çalışırken arkadaşlarının yüreklendirmesiyle öğrenimine geri döner. Etiler Lisesi’ni dışarıdan bitirip üniversite sınavlarına girip İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Fransız Filolojisi’ni kazanır. Hayatının dönüm noktası olan kararı o günlerde verir. Tam üniversiteye kayıt yaptıracağı dönemde Amerika’da üniversite okuma ihtimali doğunca, rotasını Amerika’ya çevirir ve ailesinden de hiç para istemez, kendi ayaklarının üstünde durma kararlılığıyla Amerika’ya gider.
Amerika’da Massachusetts eyaletinde Biyoloji okumaya karar verir. Bridgewater State College’e Biyoloji öğrencisi olarak kabul edilir. “Başarmak için o kadar çok çalıştım ki…” diye başlıyor Pınar Akalın sözlerine: “Harçlığımı çıkarmak için önce garsonluk yaptım, ardından kursa gidip barmenliğe terfi ettim. Okulu Kimya ve Biyoloji çift anadal dereceleriyle 3 yılda tamamladım. Bir taraftan hayatımı idame ettirebilmek için haftada 3 gün barmenlik, 4 gün de akşamları taksi şoförlüğü yapıyordum. Lisans sonrası sınavlara girip 2 doktora programı ve 12 tıp fakültesine başvurdum. Başvurduğum doktora programlarının ikisinden de kabul aldım, tam burslu olanı kabul edip Michigan’a gittim. Kimya programına bağlı Moleküler Biyoloji programına girdim.”

AZİZ SANCAR ZİYARETİMİZE GELMİŞTİ

Amerika’da ne üzerine çalıştınız?
İlk dönemde kanserin ilk evrelerinde aslında bir belirteç olduğunu anladığımız DNA metilasyonunun moleküler mekanizmasını araştırıyordum. 2 Amerikalı, 3 Rus, 2 Hintli, 1 Çinli vardı ekipte, çoğunluk DNA tamiri üzerine çalışıyordu, Aziz Sancar da laboratuvarımızı ziyaret etmişti o günlerde. Müthiş heyecanlı yıllardı, DNA’mız ortaya çıkıyordu. Bir gün danışmanım geldi bana ve DNA’nın keşfedildiği New York’taki Cold Spring Harbor Laboratuvarları’ndan çalışma arkadaşının Massachusetts’de bir genomik şirket kurduğunu ve tam da benim gibi hem moleküler biyolojiden anlayan hem biyoinformatik yöntemlere hakim birine ihtiyacı olduğunu söyledi. Tüm çalışmamı toparladım ve yüksek lisans tezi olarak sundum, şirkete geçtim. İlk 5 kişiden biri olduğum ve 5 yıl çalıştığım şirket önce 250 kişi oldu, daha sonra 1500 kişilik büyük bir şirket tarafından satın alındı. Bu şirket benim için müthiş bir okul oldu, her aşamasında her biriminde çalıştım, dikkatli ve özenli çalışmanın, işbirliğinin önemini, verinin nasıl bilgiye dönüştürüldüğünü gördüm.

Türkiye’ye dönmeye nasıl karar verdiniz?
2004’te Türkiye’ye döndüm. Ülkemde hizmet etme isteği vardı içimde. Döndüğümde bilimsel çalışmaların neresinde olabileceğimi tam bilemedim. Biyoteknoloji şirketlerinden birinde 5 yıla yakın çalıştım ve sektörde ne kadar çok yapılacak iş olduğunu gördüm. Bu arada yarım bıraktığım doktorayı tamamlamak üzere İTÜ Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü’nde doktoraya tekrar başladım. Yazılı ve sözlü doktora yeterlilik sınavlarını verdim, şahane çift dikiş oldu. Tezimi de pek yakında tamamlamak üzereyim. Bu deneyimimle ilgili de bir anımı paylaşmak isterim. Doktora mülakatlarında bir profesör bana “Sizin yaşıtlarınız profesör oldu neden başlamak istiyorsunuz?” diye sormuştu, bu bakış açısına çok üzülmüştüm. Ben hayatın da tıpkı zaman gibi izafi olduğuna inanıyorum neye başlangıç neye bitiş dendiğinin pek önemi yok, önemli olan yaşarken yaptıklarımızdan aldığımız keyif, duyduğumuz tatmin ve gurur.

Şirketinizi nasıl kurdunuz?
2009’da Sentromer DNA Teknolojileri’ni kurdum. Az bir öz sermayem olmasına rağmen TÜBİTAK ve KOSGEB Ar-Ge desteklerinden faydalanarak tam teçhizatlı bir moleküler genetik ve sentez laboratuvarı kurmayı başardım. Sentetik DNA üretimiyle başladığımız operasyonda bugün 500’ün üzerinde kurumsal müşteriye hizmet veriyoruz. Türkiye’nin ilk geniş skalada sentetik DNA üreten şirketiyiz. Avrupa ve Amerika’ya paralel teknoloji ve yöntemle ürün çeşitimizi genişleterek bu alandaki ithalatı büyük ölçüde azalttık. Sağlık ve gıda güvenliğinde kullanılan moleküler tanı kitleri ve moleküler ve mikrobiyoloji laboratuvar hizmetleriyle faaliyetlerimize devam ediyoruz.

Neler yapıyorsunuz bu laboratuvarda? GDO’lu gıda analizi yapmak üzerine de mi çalışıyorsunuz?
2015’te çalışmalarına başladığımız Gıda Analiz Laboratuvarı ve buna bağlı Gastrosafe konseptini geliştiriyoruz. Gastrosafe etiketini gördüğünüz toplu gıda tüketim yerlerinde bilin ki gözümüz üzerlerinde, mutfakta, aşçıda, yemeklerinde, hem de moleküler düzeyde. Şimdiye kadar yalnızca laboratuvarların kullanımı amaçlı ürettiğimiz kitleri bireylerin de kullanabileceği formatta pazarlayabilmek için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Örneğin güvenilir gıda tüketimi için herkes merak ettiği testleri kolayca yapabilir ya da yaptırabilirse gıda üreticilerinin ürünlerini olması gereken kalitede üreteceğini düşünüyorum.

Bu bir devrim olur!
Kesinlikle. Sağlıkta da kişinin genetik risklerini bilmesinin kaliteli bir yaşam sürdürebilmesi açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Aynı şekilde bağırsak bakterilerinin metabolik önemi hakkında literatür gittikçe kabarıyor, bu konu da çok önemli zira genetik risklere göre daha çok yapılabilecek şey var burada. Genetik riskleri öğrenmenin erken tanı açısından büyük önemi var, mikrobiyota testleri ise mevcut durumu öğrenip beslenme ve takviye ile kişinin yaşantısını düzenleme ve iyileştirme açısından önemli. Ama neticede önce tanı sonra tedavi. Bir sorunu öğrendikten sonra ona bir çözüm getirebilmek gerek.

BİYOSENSÖR ÜRETMEK İÇİN ÇALIŞIYOR
Evde sağlıkla ve gıdalarla ilgili birçok testi yapmanın mümkün olabilmesi için çalışıyorsunuz değil mi? Evde GDO testi gibi…
Evet. Laboratuvar testi için geliştirdiğimiz tüm testleri biyosensör platformuna taşıyarak bireysel ve hasta başına uygulama hedefliyoruz. Hızlı ve pratik test uygulamaları hastalıkla ilgili tedavie geçilebilmesi için çok değerli. Aynı şekilde gıdalarda istenmeyen maddelerin tüketilmesinin engellenmesi açısından da biyosensörler çok önemli. Şu anda biyokimyasal veya protein temelli ölçüm yapan cihazlar var ancak biz hassasiyeti daha çok artıracak ve merkez laboratuvar kaliyesiyle eş değerde sonuç üretilebilecek DNA tabanlı biyosensörlerin hayatımıza girmesi için çalışıyoruz.

Karşılaştığınız en büyük zorluklar neler?
Bunlar uzun soluklu ve maliyetli çalışmalar. Ülkemizin ekonomik durumları bizi etkiliyor. Şimdiye kadar aldığımız devlet destekleri sayesinde güzel çalışmalar yaptık. Ancak onlarda da nakit akışını sağlamak kolay olmadı. Sanayi desteklerinde harcamayı önce yapıp sonra bir kısmını geri alıyorsunuz. Geri alma süreleri de 2 yıla kadar uzuyor. ARGE harcamaları için bir fon olsa çok daha rahat çalışma imkanı bulabileceğiz.

HÜRRİYET 24.12.2017

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here