Müslümanlar bilim ve düşünce üretmede neden bu kadar geride?

0

İnsanları, Evren’in ve yaşamın incelenmesi yani yaratılış üzerine düşünüp üretmeye teşvik eden bunca apaçık Kuran ayetine rağmen, yüzlerce yıldır Müslümanların içinde bulunduğu akıl almaz durum, son derece içler acısıdır.

 

İslam dünyasının şu anki durumunu yansıtan önemli bir istatistik var mı?  The Economist dergisinde yayımlanan bir makalede, 2005 yılında sadece Harvard Üniversitesi’nde yayımlanan makale sayısının, 17 Arap ülkesinin bütün üniversitelerinin yayımladıklarından fazla olduğuna dikkat çekiliyor.

 

Üstelik makalelerin kalitesini düşündüğümüzde bu farkın daha da büyüyeceği açıktır.

 

– Toplam 1.6 milyarlık İslam âlemi, yaklaşık 115 yıllık Nobel tarihinde bilim dalında 2015 yılına kadar sadece iki Nobel ödülü kazanabilirken; 16 milyonluk Yahudi âleminde ise bilim dalında Nobel ödülü kazanan tam 79 bilim insanı var. 

 

 

 

NOBEL BİLİM ÖDÜLLERİMİZ

 

 

2015 yılına kadar, Müslümanlar olarak sahip olduğumuz iki Nobel Ödülü’nü kazananlardan biri Pakistanlı fizikçi Muhammed Abdus Salam (1926-1996), diğeri Mısırlı kimyager Ahmed Hassan Zewail (1946- ).

 

Söz konusu iki bilim insanı da, Batı’ya göç etmiş ve bilimsel faaliyetlerini Batı’da gerçekleştirmişler.

 

– 2015 yılında  ‘DNA onarımı’ hakkındaki bilimsel çalışmasıyla Nobel Kimya Ödülü’nü kazanan, Amerika’daki Kuzey Carolina Üniversitesi  biyokimya ve biyofizik bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Aziz Sancar hocamız ile ilk defa hem Müslüman hem de ülkemiz topraklarında yetişmiş bir bilim insanının bu ödüle layık görülmesinin haklı gururunu yaşadık.

 

KURAN HAYATIMIZIN NERESİNDE?

 

İnsanları düşünce ve bilim üretmeye bu kadar teşvik eden Kuran gibi muazzam bir kitaba inananların günümüz dünyasında bilim ve düşünce üretmek yerine uğraştıkları şeyler, Kuran’ın hayatımıza yansımadığının önemli göstergelerinden biridir. Her ne kadar yakın dönemde bilimde bu denli geri kalmış olsak da, bilim ve düşünce tarihine baktığımızda Müslüman düşünür ve bilim insanlarının bilime çok önemli katkılar sağladıklarına tanıklık ediyoruz. Bu ise şu anki durumumuza daha fazla üzülmemize neden oluyor. 

 

 Kuran’ın 7. yüzyılda vahyedilmeye başlandığı dikkate alındığında çok kısa bir süre içerisinde özellikle 9. ve 13. yüzyıllar arasında bilimde, felsefede ve sanatta İslam düşüncesinin inanılmaz yükselişine tanıklık edilmektedir.

 

 

 

İSLAM BİLİMİNİN YÜKSELİŞİ VE DÜŞÜŞÜ

 

 

Söz konusu dönem aynı zamanda Arapçanın bilim dili olduğu bir dönemdir.

 

Bu, çok ciddi bir kırılmadır. Çünkü Kuran’ın indirildiği toplum ne Babil ne Mısır, ne de Antik Yunan’dır.

 

– Bilakis bilim ve felsefede son derece geri ve atalar dininin inanç ve kültürünü taklit eden bir toplumdur.

 

 

Bu yükselişin sebebinin vahiy olduğu çok açıktır. Gerilemenin ve hatta tam anlamıyla dibe vurmanın sebebinin de vahyin terk edilmesi olduğu son derece açıktır.

 

– Vahyin terk edilmesinin sebebi ise dinde olmayan pek çok kabul ve uygulamanın dinselleştirilmesi, düşünüp sorgulamanın önünün kesilmesi ve özellikle uydurulan rivayetler sebebiyle fıkhi ve mezhepsel tartışmaların, dinin özünün önüne geçmesidir. 

 

– Bunun yanında, vahyin apaçık ilkelerini görmezden gelerek iktidar ve dünya hırsı ile savaş ve kargaşalara sebep olunması da her anlamda gerilemenin temel sebeplerindendir.

 

İLK GÖZLEM EVİNİ KURAN HALİFE

 

HALİFE Memun’un astronomi başta olmak üzere birçok bilim alanına vâkıf olduğu görülmektedir. Onun astronomiye ve bu dalın ilerlemesine yönelik yoğun ilgisinin bir sonucu olarak ilk olarak Bağdat’ta ardından da Şam yakınlarında bulunan bir tepede gözlemevi kurdurduğu bilinmektedir.

 

– Görüldüğü kadarıyla Halife Memun, astronomi tarihinde gerçek anlamda gözlemevi kurmuş olan ilk kişidir.

 

 

Amerika’daki Yale Üniversitesi’nde İslam üzerine araştırmaları ile bilinen Yahudi kökenli Alman oryantalist Prof. Franz Rosenthal (ö. 2003), Müslümanların yabancı kültürlerdeki bilgileri alıp benimsemelerinin altındaki teşvik faktörünü şu sözleri ile ifade etmiştir:

 

– “Belki de, kapsamı hızla genişleyen çeviri faaliyetlerini temellendirmek için, Müslümanlara tıp, simya ve pozitif bilimlerle tanışmayı cazip gösteren ne pratik faydacılık, ne de felsefi-teolojik sorunlarla uğraşmalarına sebep olan teorik faydacılık yeterli olabilirdi, eğer (Hz.) Muhammed’in dini ta başlangıçtan itibaren bilimin (ilm) rolünü, dinin ve böylece bütün bir insan hayatının asıl itici gücü olarak öne sürmemiş olsaydı…”

 

– “Bilim, İslam’da böylesine merkezi bir konuma yerleştirilmiş, hatta neredeyse dini bir saygı görmüş olmasaydı, muhtemelen çeviri faaliyeti, olduğundan daha az bilimsel, daha az sürükleyici ve daha çok yaşamak için pek zaruri olanı almaya -gerçekte bilinenden farklı bir şekilde- sınırlanmış olarak kalırdı.”

 

RÜYASINDA ARİSTO İLE TARTIŞAN HALİFE

 

Bİlİm tarihçisi Peter Whitfield, ilk dönem bilim ve düşünceye verilen önemle ilgili ilginç bir anlatıya yer verir:

 

– Halife Harun Reşid’in yerine geçen oğlu Halife Memun rüyasında aksakallı bir adam görür. Onunla sohbet etmeye başlar. Adamla felsefe ve siyaset tartışırlar. Adamı çok sever. Sonra adamın Aristo olduğunu fark eder.

 

– Muhtemelen günümüzde rüyasında Aristo ile felsefe tartışan bir devlet adamı yoktur.

 

 

BİLGELİK MERKEZİ: HİKMETLER EVİ

 

 

Müslümanlığın hızlı şekilde yayılması ile etkileşime geçilen yeni kültürlerdeki bilim, teknoloji ve felsefeye ilgi duyulmaya başlanmıştır.

 

– Öyle ki, 7. yüzyılın sonlarından itibaren tıp ve kimya gibi alanlardaki bazı kitaplar Arapçaya tercüme edilmeye başlanmıştır. Daha sonradan bu tercüme faaliyeti, daha da hız kazanmıştır.

 

 

‘Bilgelik Evi’ (Beyt el-Hikme), bu konuda verilebilecek güzel bir örnektir.800’lü yılların başında Bağdat’ta Halife Harun Reşit tarafından kurulan ve onun yerine geçen oğlu Halife El Memun zamanında zirveye çıkan bu bilgelik ve bilim merkezi, sonraki halifeler tarafından da desteklenmiştir. 

 

– Antik Yunan, Hint, Fars, Mısır biliminden, matematik, astronomi, tıp, kimya, zooloji ve coğrafya gibi alanlarda o dönem dünyada bilinen ne kadar bilimsel kitap varsa hepsi Arapçaya tercüme ettirilmiştir.

 

– Yine kimi meşhur filozofların felsefi metinleri de bu dönemde tercüme edilmiştir.

 

 

Ancak o dönem Müslümanlar sadece tercüme ile sınırlı kalmamışlardır. Bilime ilgi tercüme ile başlamamıştır. Aksine bilime ilgi neticesinde tercüme önem kazanmıştır. Esasen bilgiye aç bir şekilde nerede ne bilgi varsa kullanma öğrenme yoluna gitmişler ancak bunun yanına kendileri de yenilerini eklemişlerdir.

 

– Çevrilen kitapların yazarlarının inançlı ya da Müslüman olup olmaması önemsenmemiştir.

 

– Görüldüğü gibi bu, büyük bir vizyondur. Bu dönemde yetişmiş İslam filozofu Kindi’nin (801-873) şu sözleri, bir Müslüman’ın diğer toplum ve inanç gruplarından gelen bilgilere karşı göstermesi gereken tavrı son derece güzel özetlemektedir: “Nereden gelirse gelsin, isterse bize uzak ve karşıt milletlerden gelsin, gerçeğin güzelliğini benimsemekten ve ona sahip olmaktan utanmamalıyız. Çünkü gerçeği arayan için gerçekten daha değerli bir şey yoktur. O halde gerçeği eksik görmek ve onu söyleyeni ve getireni küçümsemek yakışık almaz.” Bu merkezin büyümesinde ve etkili olmasında Abbasi halifelerinin katkısı tartışılmazdır. Halifeler tarafından burada çalışan bilim insanlarına yüksek maaşlar bağlandığı, hatta çevirdikleri kitapların ağırlığınca altınla ödüllendirildikleri aktarılmıştır.

 

 

HÜRRİYET  Emre DORMAN  25.06.2016

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here